Arap Baharı ile birlikte bölge halklarının kendi iradeleri ile yönetilebilecekleri algısının oluşmaya başlaması en çok bölgenin krallıkları ve monarşilerini endişelendirmişti. Pek çok Körfez ülkesi bu sürecin kendi yönetimlerine sıçramaması için yoğun bir mücadele verdiler. Hâlâ da veriyorlar.
Söz konusu rejimler Tunus ve Mısır’da destek verdikleri anti demokratik rejimlerin kısa bir sürede devrilmesi karşısında, bu dalganın kendilerine ulaşmasını engellemek adına bir takım adımlar attılar. Ekonomik güçleriyle kendi halklarına milyar dolarlar akıttılar. Bir anlamda özgürlük taleplerini parayla satın almaya çalıştılar. Daha sonra Mısır’da olduğu gibi darbecilerin hamiliğine soyundular. Cunta yönetimine hayat vermek adına ekonomik güçlerini oralarda da devreye soktular. Son olarak da tüm Ortadoğu dünyasında etkin olan ve Arap Baharı dalgasını Körfez’e taşıyabilecek yegâne aktör olarak gördükleri Müslüman Kardeşler teşkilatını ortadan kaldırılması gereken bir tehdit olarak gördüler. Nihayetinde Suudi yönetimi Müslüman Kardeşler örgütünü terör örgütü listesine dahil etti. Bundan önce S.Arabistan, Bahreyn, BAE, Müslüman Kardeşlere desteğinden dolayı Katar’daki büyükelçiliklerini çekme kararını hayata geçirdiler.
Körfez’deki bu gerilimin nereye evrileceği şüphesiz merak konusu. Ancak çok daha merak edilen Riyad yönetiminin, İhvan mensuplarına karşı başlattığı sürek avını nereye kadar vardıracağıdır. Suudi Arabistan’ın Ortadoğu’nun en ılımlı teşkilatı İhvan’ı, El-Kaide, IŞID gibi terör örgütleri listesine dahil etmesi tüm Körfez ülkelerinde büyük bir endişeye neden olmuş durumda. Ortadoğu’nun ılımlı görüşleriyle bilinen pek çok alim “terörist” yaftası yemekle karşı karşıya çünkü. Bunun için El-Cezire televizyonuna çıkmak, Yusuf el-Kardavi’nin düzenlediği etkinliklerde boy göstermek, sosyal medyadaki hesaplarında Rabia işaretine yer vermek S.Arabistan yönetimince “terörist” olmak için yeterli.