
Muhabbetullâh (Allah’ın sevgisi) nîmetine nâil olabilmek için evvelâ Allâh’ın kulunu sevmesi îcap etmektedir. Bunun için de ibâdet ve hizmetlerle Cenâb-ı Hakk’a lâyık olmaya çalışmak ve Yüce Rabbimizin elimizden tutması için dâimâ niyâz halinde bulunmak gerekir. Daha sonra Allâh’ı seven kimse, mü’minlere karşı tevâzû sâhibi, kâfirlerle karşılaştığı zaman da izzetli, cesûr ve kendinden emîn olmalıdır. Her şeyini fedâ ederek Allâh yolunda gayret etmeli, çalışmalı ve bu esnâda hiçbir şeyden çekinmemeli, insanların kınaması ve ayıplamasına aldırmamalı, hak bildiği yoldan doğruca gitmelidir. Yâni Allâh Teâlâ’yı râzı edebilmek için can dâhil her şeyini fedâ edebilmelidir.
Sahâbe-i kirâmdan Ammar bin Yâsir -radıyallâhu anh-’ın şu hâli, Allâh’a olan muhabbetini ve O’nda fânî oluşunu ne güzel ifâde etmektedir:
Ammar bin Yâsir -radıyallâhu anh- bir savaşa iştirâk etmek üzere Fırat kıyısında yürürken, içinde bulunduğu hâlet-i rûhiyeyi şöyle dile getiriyordu:
“Ey Allâh’ım! Kendimi şu dağdan atarak aşağıya yuvarlamamın, Sen’in benden daha fazla hoşnut kalmana vesîle olacağını bilsem, bunu hemen yaparım. Büyük bir ateş yakarak içine atlamamın, Sen’in benden daha çok râzı olmana vesîle olacağını bilsem, onu derhâl yaparım. Yâ Rabbi! Kendimi suya atıp boğulmamın, Sen’in daha ziyâde hoşnutluğunu celbedeceğini bilsem, onu hemen yaparım. Ey Allâh’ım! Ben sırf Sen’in rızân için savaşıyorum, beni zarara uğratmamanı diliyorum, ben Sen’i istiyorum.” (İbn-i Sa’d, III, 258)