
“Kurtuluş savaşı emperyalist değildir ve Türkiye hiçbir zaman Batılılaşamayacaktır.”
Türkiye’de sağ ve sol kavramlarına dair sarsıcı sözlerin sahibi, esaslı bir düşünür. Marksist olmasına rağmen Doğucu-İslamcı düşüncenin daha iyi olduğunu savunan bir akademisyen. Kemalistlerin içinde Kemalizme karşı duran bir adam. Türkiye’nin batılılaşamayacağını ileri süren bir aydın. Bütün entelektüel macerasını CHP zihniyetiyle hesaplaşmakla geçiren biri; İdris Küçükömer.
Haziran 1925’de Giresun’da doğar. Ülkemizin yetiştirdiği en önemli iktisatçılarından ve münevverlerindendir. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde öğrenim görür. Aynı fakültede doktorasını tamamlar, ardından doçent olur. Fakülte, profesör olması için karar alır fakat üniversite senatosu onaylamaz. Danıştay’da açtığı davayı kazanmasına rağmen, profesörlüğe ilişkin kararname on yıllık gecikme ile yürürlüğe girer. Özellikle 60 sonrası Yön ve Ant dergilerindeki yazıları geniş kesimlerce tartışılır. Milliyet gazetesinde yerleşik yargıları sorgulayan yazılar yazar.
İdris Küçükömer, düşünce hayatımızda alışılmış düşünce kalıplarının dışına çıkması veya onlara meydan okumasıyla ünlüdür. Bilinen en meşhur tezi, “Türkiye’de gerçekte, sağın sol, solun da sağ olduğu” görüşüdür. CHP’nin sol bir parti değil, sağ bir parti olduğunu söyler. Bütün felsefesini, Osmanlı’dan beri süregeldiğini iddia ettiği, asker-sivil bürokrat kesime karşı olmak üzerine kurar. Batıcı-laik ile Doğucu-İslamcı ayrımına gider, şablonu böyle kurup tüm Osmanlı-Türkiye tarihini değerlendirir. Çözümlemelerinde Marksist bakış açısını kullanır. Özetle şunu diyor: Batıcı-laik bürokratlar halkı temsil etmediklerinden halkın sorunlarını çözemezler, “sağ” grup, çıkarı için iktidarı elinde tutmasa, mevcut düzenin temelden reddini sağlayacak bir oluşum olacaktır. Batıcı akım, gerçek tezin çıkmasını önleyen bir akımdır. Doğucu-İslamcı grup ise, yeniçeri, esnaf ve ulema ile halk cephesine dayanır ve bu grup aslında “sol”dur. Bu Doğucu-İslamcu grup, tarihsel işlevleri açısından daha tutarlı görünür ve saygıya değerdir.
1923’de kurulan Cumhuriyet’i, üretim güçlerinde ve ilişkilerinde değişme oluşturmadığı için eleştirir. Yapılan devrimin tabandan gelmediğini, yukarıdan dayatıldığını söyleyerek itiraz eder. Laikliği “kültür mirasının toptan reddi ile küçük burjuva ideolojisi aracılığıyla” oluşturulduğunu savunur. Ona göre halkın genetiğinde muhafazakarlık vardır. Burası bizim için önemli. Mütedeyyin camia içerisinde biz bu görüşü savunduğumuz on yıllar boyu pek önemsenmedik, ama kendisini Marksist olarak tanımlayıp, İşçi Partisi’nin içinden biri bu kanaatleri seslendirdiği zaman bir anda önemsenir ve yepyeni bir şey söyleniyormuş zannedilir. Demek ki söylediğimiz sözlerin hakikat payı bir şey, nerede konumlanarak söylediğimiz başka bir şeymiş.
Yıkalım mı, Düzeltelim mi?
Frankfurt Okulu’nun en önemli eseri olan “Aydınlanmanın Diyalektiği”nde Adorno ve Horkheimer, Aydınlanmaya yönelik eleştirilerde bulunurlar. Aydınlanmanın vaat ettiği toplumu oluşturmadığını, popülist bir kültür oluşturduğunu, reklam ve sinema sektörünün iyiye hizmet etmediğini, hasılı daha berbat bir yere gittiğimizi söylerler. Fakat yeni bir sistem önermezler, çünkü Aydınlanma’dan başka gidecekleri yer yoktur. Aydınlanmayı eleştirerek, yine Aydınlanma perspektifine dayanan yeni bir sistem kurmak isterler. Küçükömer’in yaptığını da buna benzetiyorum ben. Cumhuriyetin kurucu kadrosunu eleştirerek ve laikliği yerden yere vurarak, “bunların hepsini silip atalım, karşı devrime karşı devrim yapalım” demiyor. Aksine yine Cumhuriyet ideolojinin içinden yeni bir anlayışa gitmek istiyor.
Küçükömer’in ileri sürdüğü önemli görüşlerden biri de, Türkiye’de devletin despotik niteliğe sahip olmasının sonucu olarak sivil toplumun gelişmediği yönündedir. Günümüzde sivil toplumun en gelişmiş örneğini Amerika’da görürüz ve Amerika’nın da en belirgin özelliği özgürlükçü devlet anlayışına sahip olmasıdır. 90 öncesi Rusya’da, şu anki Çin ve Kore’de, hatta bazı Avrupa ülkelerinde halen sivil toplum tam oturmuş değildir. 2000’lerden sonraki Türkiye’de durum değişse de, Küçükömer’in analizini yaptığı 60’lı ve 70’li yıllarda, Türkiye’de de sivil toplumun durumunun hiç de iyi olmadığını söyleyebiliriz. “Dediğim dedik” devletlerde, baskıcı yönetimlerde halkın kendi inisiyatifiyle kitlesel işler yapması zor olacaktır.
Türkiye Batılılaşamaz
Küçükömer, “Düzenin Yabancılaşması” isimli eserinde Türkiye’nin batılılaşma sürecine farklı bir bakış açısı getirir. Avrupa’da olduğu gibi feodal dönemden kapitalist döneme Osmanlı’da geçilemediğini, bundan ötürü kapitalizme özgü doğal sınıflaşmanın yaşanmadığını belirtir. Ona göre, Batıcılar, batılılaşalım derken Batı’nın özellikle askeri, siyasi, eğitim ve bazı kültürel kurumlarını aktarma yoluna gitmişler, bu arada laikliği bir kurtuluş ilkesi olarak görmüşlerdir. Böyle bir değişme batılılaşma oluşturmaz, bazı yönetim kurumlarının değişmesini sağlayabilir ama halkta yankı bulmayacaktır. Batı’da devletin sınıfsal yapısı açıkça görülebilir, oysa tarihi oluşum içinde sınıfsal yapısı açıkça görülmeyen bir devlette, Batıcı-laik grup, ortaya çıkan anarşik ortamdan iktidara konabilen bürokratlardır. Bu bürokratlar bir sınıf olamazlar. Ellerine geçirdikleri ürünü tekrar üretime yatırarak bu yoldan “artı ürün” elde edebilecek bir sınıfa dönüşemezler. Böylece kapitalizm de ortaya çıkmaz. Küçükömer’e göre, Türkiye kapitalist olmadan batılılaşamaz. Bugün yaşasaydı herhalde artık batılılaştığımızı söylerdi.
ATÜT olarak bildiğimiz, Asya Tip Üretim Tarzı kuramını geliştiren aydınların arasında, belki de başında, İdris Küçükömer vardır. Bu düşünceleri kendisini Türkiye İşçi Partisi’ne (TİP) yönlendirir, uzun süre partinin yönetim ve bilim kurulunda görev alır. TİP, o dönem kemalistlerin baskın olduğu bir partidir ve Küçükömer onlara karşı ciddi bir mücadele verir. Anti-kapitalist ve anti-emperyalisttir. Ölümünden kısa süre önce de Sosyal Demokrasi Partisi’ne üye olmuştur.
En önemli eseri “Düzenin Yabancılaşması”dır. Bu kitabında sağ ve sol kavramlarına dair esaslı açıklamalar getirir. Ayrıca “Gelişmiş ve Az Gelişmiş Ülkelerin İlişkileri”, “İktisat İlkeleri Üzerine”, “Batılılaşma”, “Anılar ve Düşünceler”, “Sivil Toplum Yazıları” gibi eserleri de vardır. 1987’de İstanbul’da vefat eder.