Bilgi güçlü kılar sizi, anlamak zarif. Zarif insan gönlünde bilir. Akl-ı selim, kalb-i selim sahibi. Suriyeli kardeşinin ölüm oranlarını bilmek değil bahsettiğimiz güç. Son nefesinde titreyen her yavrucağı boğazında düğüm düğüm biriktirmektir.
Kim demişti, “bilgi güçtür”. Bu devirde bilgin kadar güçlüsün, emeğin, hünerin kadar. Eğer diğerlerinden seni ayıran bilgin, yeteneğin varsa alıcın nerde olursan ol seni buluyor. Amerika, Hindistan’daki çocuklara program yazdırıyor. Ülkeye kadar onları çağırmaya, beslemeye gerek yok. İşimi yap, uzakta yap.
Kıyafetinle karşılanırsın ama bilginle uğurlanırsın da diyorlar. O da doğru. Titri olsun olmasın, bilen adamları ön sıraya oturtuyorlar. Üniversite bitirmek için didinenler bir yana, bilen kişi fahri kontenjanından da olsa doktor oluveriyor. Bilgili adamın yetilerinden istifade etmek istersen, yeri geliyor uçağına kadar ayarlayarak onu davet ediyorsun. Kalacağı oteli seçmesine izin veriyorsun. Bilenlerle bilmeyenler bir olmaz çünkü, biliyorsun. O da biliyor bunu. Bilen adamların konuşmaları şöyle dursun, susmaları, hastalıkları, yeme içme alışkanlıkları da önem kazanıyor. Bilgisiyle ışıldayan çehresi kendine dair her şeyi de önemli kılıyor. Annenin sızlayan dizlerini merak etmiyorsun ama bilen adamın tatilde okuyacağı kitabı merak ediyorsun.
Doktor, mühendis, mimar, sosyolog, spor adamı, sanatçı… Bilgi de çeşit çeşit. Ve evet yazdıklarımda ironi yok, bilgi önemlidir. Bilgi güçtür. Bir insanın bildiğini iyi bilmesi, bilmediğini de bilmesi, hayranlık sebebidir. Bilgi, insanı tevazu sahibi yapsın bekleriz. İnsan bildikçe, daha az konuşur, daha az bahseder. Özellikle cahillerin karşısında. Bol cesaret bonuslu cahilliğin o ahkam kesen, kural koyan, iki cümlede işi bağlayan yargıları karşısında “ben bilmiyorum” diyebilir bilen adam. Cahil cesareti karşısında geri adım atmak ve cehalet arenasından uzaklaşmaktan başka yol var mıdır?
Bilmeyen ama bilmediğini de bilmeyen insanın dilinde, taştan ağır manalar, kılıçtan keskin kelimeler birer köpük olur uçar. Kopyala yapıştır dünyasında çokça rastladığımız, söyleyenin söyleneni yaşadığına, gerçekten söylediğine inandığını varsaysak, etrafımızın bilgeler, evliyalar, düşünürler, sevgi dolu insanlar tarafından çevrilmesi gerektiği, içi boş kendi cilalı sözler. Bilmeyenler, kelama da yazık ederler. Bu nedenle hal ehli, yaşamadığını yani hakiki olarak bilmediğini söylememe konusundaki ilahi ikazı –haliyle- ciddiye alırlar. Bilmiyorsan söyleme evladım, yaşamıyorsan konuşma yavrucuğum diye uyarırlar. Kimi gülüp geçer, ne söylediğini bilse, geceleri uyku tutmazdı. Bir titreme alırdı şimdi onu, ne söylediğini bilse.
Bilmeden söylediklerimiz bir bilene çarpar da aksi sedası yıkıcı olur diye susar kimi insanlar. Kimi insanlar ya ben öleyim mi söylemeyince samimiyetine ve çaresizliğine sığınarak, dil’lerindekini usulca özgür bırakırlar.
Bilgi güçlü kılar sizi, anlamak zarif. Zarif insan gönlünde bilir. Akl-ı selim, kalb-i selim sahibi. Suriyeli kardeşinin ölüm oranlarını bilmek değil bahsettiğimiz güç. Son nefesinde titreyen her yavrucağı boğazında düğüm düğüm biriktirmektir, bahsettiğimiz. Bilginin gönülce duyulan hali. Gönüle kanat olmadıktan sonra bilgi, yaşamayı güçleştirir.
Yıllar önce, Beşiktaşlı Yahya Efendi dergahında, elindeki kırmızı gül, onca kabrin arasında, hayatla ölüm arasında kim bilir neler düşünen bir genç vardı. Baştan aşağı siyahlar giyinmiş biri geldi sonra. Gencin toyluğuna aldırmadan, sözü en zor sorudan açtı. “Aşk nedir?” Genç “herkes aşkı kendine göre bilir” demiş, gülü biraz geri çekerek. Baştan aşağı siyahlar giyinmiş kişi “evladım, aşkı yaşamayan bilemez” demiş. Kilit nokta ‘yaşamak’. Aşk hakkında cilalı sözler, ezbere şiirler bilmek değil, yaşamak, yanmak.
Muhammed İkbal, dünyadaki en uzun yolun akıl ile kalp arasında olduğunu söyler. Seher vakitleri yola düşülse, gönül kazanında aş pişse, gözler dindirse yolun tozunu yine de ‘gitmekle varılmaz’ nice uzun bir yol. O yolda zayiatlara keder etmeden kanat çırpan otuz kuşun çıkardığı tozlar konsun gönlümüze. Himmet etsinler dertsiz gönüllere.