
Bosna-Hersek’in, Müslümanların en yoğun olarak yaşadığı Tuzla kentinde, işsizlik ve ekonomik şartların kötüleşmesini protesto gösterilerinin ardından ortaya çıkan görüntüler gerçekten yürekleri ağza getiren manzaraların yaşanmasına neden oldu.
Vandalizme varan olaylar silsilesi dünya kamuoyunda her hükümet karşıtı gösterilerde olduğu gibi bir “Bosna Baharı” olarak nitelendirildi. Gerçekten de eylemleri “Bosna Baharı” olarak mı nitelendirmek gerekiyor?
Bosna Hersek’te olup biteni anlamak için biraz geriye gitmek gerekiyor. Tam olarak da 1992 ile 1995 yılları sonrasına. Boşnak, Sırp ve Hırvat arasındaki savaşı sona erdiren anlaşma olan Dayton Anlaşması, ilk önce üç etnik yapıdan oluşan Bosna Hersek’i kantonlara ayırdı. Ülkenin yüzde 49’unu Sırp Cumhuriyeti yüzde 51’ini ise Boşnak-Hırvat Federasyonu’nun kontrol etmesi öngörüldü. Bosna Hersek Federasyonu, Boşnak ve Hırvatların oluşturduğu 10 kantondan oluşturuldu. Her kantonun kendi parlamentosu, hükümeti ve güvenlik birimi bulunuyor. Kantonlardaki bütün parlamentoların, başbakanların ve bakanlıkların en üst düzeydeki yönetimini ise Boşnak, Sırp ve Hırvat üyeden oluşan Üçlü Cumhurbaşkanlığı Konseyi teşkil edildi. Cumhurbaşkanı da bu konsey içerisinden belirlenmesi şartına bağlandı. Dayton Anlaşması ile taraflara dayatılan bu idari yapı Bosna Hersek’in bugünkü kaotik ortamın en önemli sebebi olarak görülüyor. Bu idari yapı Bosna Hersek yönetiminin önüne büyük zorluklar çıkartmasına neden oluyor. Anayasada kabul edilen karar alma sürecinde üçte iki çoğunluğun dahi yetmediği ve üçüncü tarafında katılımın şart olduğu mekanizma ekonomiden siyasete, kamu yönetimine karar alamaz mekanizmasını felç edebiliyor. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Lübnan’daki o girift ve birçok sıkıntıyı barındıran idari yapıyı bile, Dayton Anlaşması’nın ortaya çıkardığı idari yapıdan çok daha iyi bulması Bosna Hersek’in yönetiminin nedenli zorluklarla karşı karşıya olduğunu gösteriyor olsa gerek.