Birleşmiş Milletler artık Suriye’de ölen insanların sayısını tutmuyormuş.
Suriye’de ölen insan sayısının Doğu’sundan Batı’sına dünya için çok da bir anlam ifade etmediği anlaşılmış olsa gerek ki ölü sayarak boşuna yorulmayalım denmiş herhalde.
On bin olmuş… Yüz bin olmuş… Beş yüz bin olmuş kimin umurunda…
Hakikaten Suriye’de insanlık adına utanç dolu günler yaşanıyor.
Baas diktatörlüğü, kimyasalından konvansiyoneline, varil bombalarından en ilkel silahlara varıncaya bilinen bütün silahlarıyla katlediyor. İnsanı insanlığından utandıran cürümleri bütün çıplaklığıyla dünyanın gözleri önüne serilmesine rağmen uluslararası toplum seyirci kalmaya devam ediyor.
Önce Suriye’nin başkenti Şam’a yalnızca birkaç kilometre uzaklıktaki Yermuk Filistin mülteci kampında açlıktan ölen bebeklerin ve bir deri bir kemik kalmış, ölümün hemen kenarındaki insanların vicdanları kanatan görüntüleriyle irkildik.
Hayata tutunabilmek için kedi köpek yemek zorunda kalan mültecilerden Filistinli mülteci Ebu Muhammed’in; “Neden bizi kimyasallarla öldürmüyorlar? Birkaç dakikada ölürüz. Böyle ölmekten daha iyi.” haykırışı kulaklarımızda çınlamaya devem ederken bir başka vahşet kareleri geldi.
Esed rejiminin vahşetini en net şekilde ortaya çıkartan karelerdi medyaya yansıyanlar. 11 bin kişiyi sistematik işkenceyle katlettiğini gösteren fotoğraflar üç yıldır süren vahşetin boyutlarını gözler önüne seren en son deliller oldu.
Orduda ölülerin resimlerini çekmekle görevli ‘Sezar’ kod adlı askerin çektiği fotoğraf kareleri gerçekten yüz yılın vahşetini belgeliyordu.
Dergimiz hazırlandığı sırada Cenevre 2 toplanıyordu. Bakalım uluslararası toplum yüzyılın vahşetini belgeleyen bu karelerinin ardından ne yapacak?
Bu kareler, küresel, stratejik ve mezhepsel çıkarlarının ardına gizlenen vicdanları uyandırmaya yetecek mi?