“Birbirini en çok büyüleyenler, birbirlerini en çok tamamlayanlardır.”
reud’u önemli ölçüde etkileyen, Nietzsche’ye akıl hocalığı yapan bir filozof. Kant’ın en çok değer verdiği öğrencisi. Yalnız ve karamsar bir adam. Döneminin önemli entelektüellerinden. Tuhaf şekilde tedirgin edici bir filozof. Gustav Jung gibi birçok psikiyatriste göre dünya hakkındaki görüşleri tasvip edilemeyecek kadar karanlık. Tolstoy’a göre en büyük dahi. Peki tam olarak kim bu Schopenhauer?
Şubat 1788’de, şimdi Polonya sınırları içinde olan Danzig’de doğar. Tüccar bir ailenin çocuğudur. Annesi döneminin tanıdık yazarlarındandır. Polonya’nın bölünmesiyle 1793’de Hamburg’a yerleşirler. 15 yaşındayken Londra’ya İngilizce pratiği için gider. Aynı yaşlarda, Hollanda, İngiltere, Fransa, İsveç, İsviçre, Silezya ve Prusya’yı dolaşır. Babası kurduğu ticaretin başına geçirmek ister Schopenhauer’u (“şopenhaur” diye telaffuz ediliyor), ama o daha çok felsefi metinlerle iştigal etmeyi arzular. Babası bir kazada hayatını kaybeder, annesi de kardeşlerini alıp başka bir şehre taşınır. Schopenhauer Hamburg’da yalnız kalır. Kendisine yüklü miktarda miras kalır, tüm hayatını bu mirasla idame eder ve hayatı boyunca maaşlı bir işte çalışmaz. Özel dersler alır. Tıp eğitimine başlar ama kısa süre sonra bu bölümü bırakıp Felsefe’ye geçer. Doktorasını tamamlar fakat akademik çevreye dahil olmaz. Bağımsız bir akademisyen olarak çalışmayı tercih eder. Bu dönemlerde kendisinden 11 yaş büyük bir kadınla yaşadığı ilişki ruhsal anlamda ciddi bunalımlara neden olur.
Avrupa’da 18. yüzyılda başlayan ve adına “aydınlanma” denilen sürecin önemli bir ayağı Almanya’dır. Özellikle ABD ve Avrupa’da sonradan gelecek nesillerin düşünce yapısını önemli oranda etkileyen, Hegel, Kant, Nietzsche, Marx, Spinoza gibi isimler tüm kalıpsal düşünce tarzlarını sarsar ve her şeyin yeniden sorgulanmasına ihtiyaç duyulduğunu söylerler. Tanrı, devlet, toplum, metafizik, mantık, ruh, irade vs. Her şey yeniden ele alınmalıdır. Sonuçta -kabaca- varılan nokta da, her şeyin ölçüsünün akıl ve deney olduğu olur. Fakat bu süreçte Schopenhauer, farklı bir şey söyleyerek bir ikon kırıcı olacaktır. Marx, Nietzsche, Zizek gibi isimlerin hoca kabul ettikleri Hegel’e “boş laflar üreten bir tüccar” olarak bakar. Ona göre Hegel’in aşırı karmaşık dili aslında düşüncelerinin anlamsızlığını gizleyen bir maskeydi. Aynı şekilde, kendi dönemlerinde çok önemli konumlarda olan düşünürlerden Schelling ve Fichte’ye de önem vermez.
Doğu Felsefesinden Fikirler Veren İlk Batılı Filozof
Schopenhauer’un belki de bizim için en önemli olan özelliği Doğu felsefesinden fikirler veren ilk Batılı filozof olmasıdır. Her gün Upanishad denilen, Hinduizm felsefesinin temelini oluşturan metinleri okur. Budizm üzerine çalıştığı ve meditasyon yaptığı söylenir. İçinde yaşadığımız dünyayı berbat bir yer olarak tasvir eder. İnsanın hayatını da “yenileceğinden hiç şüphe etmeksizin var olmaya çalışmak için harcanmış bir çaba” olarak görür. Bütün bunlar Schopenhauer’un melankolik hallerini, yalnızlığını, kötümserliğini ve küsmüşlüğünü gösteriyor bize.
1813’de “Yeterli Neden Önermesinin Dört Farklı Kökeni” adlı tezi ile, aklın ve sadece aklın, bilgiye giden tek doğru yol olduğu şeklindeki hakim Ortodoks felsefesi yaklaşımına meydan okur. 30 yaşında yazdığı ve bugün en ünlü eseri olarak kabul edilen “İrade ve Tasarım Olarak Dünya” adlı çalışmasında şu iddiada bulunur: “Hiçbir doğru diğerlerinden daha kesin, diğerlerinden daha bağımsız değildir; bilgi adına var olan her şey ve dolayısıyla bu dünyanın tümü, algılayanın algıladığı şeydir, tek kelimeyle söylersek, temsilidir.”
“Dünya nedir” ya da “var olanı nasıl biliyoruz” gibi temel sorular kendi felsefesinin hareket noktasıdır. Birçok sofistik çabadan sonra vardığı yer “dünya benim tasarımımdır” olur. Kant’ta da buna benzer bir yaklaşım görmüştük. Bu şu demek, aslında sizin her şeyi yönettiğini düşündüğünüz ilahi varlık yok (ya da yücelttiğiniz kadar değil), her şeyi biz zihnimizde kuruyoruz. Bu oldukça sakat bir anlayış. Milyonlarca yıldır şaşmayan ama şaşırtan, ağzımızı açık bırakan bu evren düzeni, insanın vücut yapısı ve zihin işleyişi, tamamıyla Yüce bir Varlık olan Allah tarafından yaratılmış olmalı. Biz dünya tasarlayamayacak kadar aciz varlıklarız.
Hedef Nirvana
Alber Einstein gibi o da özgür iradeye inanmaz. Dünyanın ardında yatan esas gerçekliğin irade olduğunu belirtmekle birlikte bu iradenin akılsız, bilinçsiz bir öze sahip olduğunu söyler. Bizim külli irade dediğimiz şeyi aklın denetiminde görmez ve bu külli iradenin insanları parmağında oynattığını, geçici tatminlerle ve ulaşılamayacak hayallerle insanı hiçbir zaman dışına çıkamayacağı bir bıkkınlık ve acı duygusuna sürüklediğini söyler. Burası önemli, çünkü Schopenhauer’un felsefesine yapılan en büyük eleştiri buradan geliyor. Hayatın hep karanlık yönlerini gören biri bu dünyanın ve insanların Tanrı’nın oyuncağı olduğu gibi sapkın sonuca ulaşır. Schopenhauer’a göre bu anlamsız, boş ve acı dolu kötü hayattan kaçınmanın tek yolu iradeyi öldürmekten geçer. Bu da onu Hizduizm ve Budizm gibi, dünyevi yaşamdan el çekmeyi ve ruhban hayatı yaşamayı öğütleyen felsefi inançlara yöneltir. Özellikle Budizm’in, iradenin yok edildiği ve kişinin her anlamda kemale erdiği “nirvana” hedefini benimser. Amacımızın mutluluğumuzu artırmak değil acılarımızı bastırmak olduğunu söyler.
Schopenhauer, psikoloji, psikanaliz, müzik, edebiyat gibi entelektüel ve sanatsal alanlarda büyük etki gösterir. Hristiyanlığa saygı, Budizm’e de yakınlık duysa da kendini ateist olarak tanımlar. Dini “yığınların metafiziği” olarak görür. Acının insanı özgürleştireceğini düşünür. Freud onun en büyük düşünür olduğunu söyler.
“Ebedi hayatın ne olduğunu bilmiyorum ama şu anki hayat kötü bir şaka” diyerek melankolik halini daha net ifade eder. Dünyanın “akılsız prensipler üzerine kurulu nedenselliklerinin toplamı” olduğunu söyler. Tüm bunlar ciddi şekilde eleştirilmeye müsait düşüncelerdir, nitekim hem döneminde hem de sonraki dönemlerde eleştirilerden kurtulamamıştır. Bu kadar şahane evren ve canlı düzenini sadece nedenselliğe, yani her şeyin sıradan neden-sonuç ilişkisi içerisinde olduğuna indirmek, insana, ne kadar düşünceye yatırım yapılsa da hikmet ıskalanabiliyormuş, dedirtiyor.
Türkçe olarak yayınlanmış eserleri şunlar: Aforizmalar, Aşkın Metafiziği, Bilmek ve İstemek, Okumak, Yazmak ve Yaşamak Üzerine, Hayatın Anlamı, İsteme ve Tasarım Olarak Dünya, Ölümün Anlamı, Eristik Diyalektik, Din Üzerine.
Schopenhauer 1860’da Frankfurt’ta ölür.