Şimdi ben size; bütün tasavvuf uygulamalarının yani şeyhlere intisablar etmenin, sohbetlere devamlar etmenin, seherlerde kalkıp tehheccüdler kılmanın, tespihler çekmelerin, çileler doldurmanın, menkıbeler dinlemenin, nefis muhasebeleri etmelerin hatta hemen bütün ibadetlerin özünü özetleyeceğim.
Size şimdi küstahça gelebilecek bir şey söyleyeceğim. Gerçekte oldukça mütevazı davranacağım. Ama toplumun tevazu ile ilgili genel algısı ile hakikatte tevazuun ne olduğu konusundaki çelişki bu kadar büyük olunca siz de haklısınız tabi. Ki hemen kısa bir hatırlatma yapayım -daha önce işlemiştik bu konuyu-; hakikatte tevazu; hakkı söylemektir. Bu övünmek şeklinde tezahür etse bile…
Neyse; fazla uzatıp, tadını kaçırmaya gerek yok. Tasavvufun ne olduğu, amacı vb. konularda pek çok tanım yapılmış bugüne kadar. İlginçtir ki pek çok Allah dostu, hepsi de birbirinden farklı açıklamalar getirmişler konuya. Yani tasavvufun tanımları pek çok olsa da aslında üzerinde uzlaşılmış kesin bir tanımlama yok. Oysa şimdi ben size; bütün tasavvuf uygulamalarının yani şeyhlere intisablar etmenin, sohbetlere devamlar etmenin, seherlerde kalkıp tehheccüdler kılmanın, tespihler çekmelerin, çileler doldurmanın, menkıbeler dinlemenin, nefis muhasebeleri etmelerin hatta hemen bütün ibadetlerin özünü özetleyeceğim. İşte bu cür’etim yüzünden pek çoğunuz küstahça bulacak bu sözlerimi. Ama size hakkı söylemenin gerçek tevazu olduğu babında şunu söylememe izin verin; konuları gereksiz detaylarından arındırıp, onları; özünde neş’et ettikleri saf manalara indirgeme yani özetleme konusunda, ortalamanın üstünde bir yeteneğim vardır. Daha da basit ve daha da küstahça ifade etmem gerekirse; işlerin “özünü” çoğunluktan iyi anlarım. Tamam, kabul; konuları, bazen başkalarına kendi anladığım kadar fasih ifade edemediğim olur. Yazarlığımın da maluliyeti budur zaten. Umarım bir gün beni bu sebebe istinaden malulen emekli etmezler. :)
İşte bu yeteneğime güvenerek, yukarıda saydığım ve saydıklarımın daha fazlası olan tasavvufi uygulamaların temel amacını yani özetini yani özünü söyleyeceğim size. Şudur: Farkındalık yaratmak! -Farkındalık talebi bizden, yaratması Allah’tan-. Neyin farkındalığı mı? Her an Allah’la beraber olduğumuzun!
Biliyorum, biliyorum: Öyle hemencecik, pat diye söyleyince etkili olmadı pek. Beyninizi tokatlamadı. Hatta “Bu mu?” diye dudak büktünüz çoğunuz. E ne yapalım: İnsanlar büyük meselelerin böyle kısaca dile getirilmesinden hoşlanmazlar, rahatsız olurlar hatta. Meseleyi küçümsemek gibi algılarlar. Öyle ya “Tasavvuf gibi ucu bucağı olmayan bir derya nasıl olur da iki kelimeye indirgenebilir? Bu ne cür’et, bu ne haddini bilmezlik, bu ne cahil cesaretidir böyle! Ayıptır ayıp! Onca; onbinlerce, yüzbinlerce, milyonlarca talebesi, takipçisi, seveni olan; Allah dostu bunu yapmamışken, senin gibi Twitter takipçisi bile sekiz yüzü anca bulan, kimsenin tanımadığı bir yazar parçasına mı düştü bu iş! Bla bla bla…” filan demeden önce dikkatinizi çekmek isterim: Bu; aslında daha önceden yapılmış. Hem onlar benim yaptığım gibi iki kelimeye sıkıştırmamışlar mevzuyu; tek kelimede çözmüşler. İhsan! Benim yaptığımsa yeni jenerasyonun kafasına uygun modern bir tercümeden ibaret esasında.
Kişinin her an ve her yerde Allah’la beraber olduğunun farkında olması hali… İşte bu; bütün tasavvufi eğitim ve egzersizlerin gayesi ve özüdür. Onca sohbet, onca zikir, onca çile bunun içindir.
Kalemimden geldiğince, yerim elverdiğince, kısaca; açıklayayım hemen: Ehlullah’a göre zikrin hakikati yani özü; Allah’ı hatırlamaktır, diğer bir deyişle Allah’ın farkında olmaktır. (Ki namaz da zikirdir, oruç da zikirdir, tefekkür de zikirdir…) Hatta bunun içindir ki bazı hallerde zikrin bile gaflet sayıldığı durumların var olduğu söylenir. Keza hadis-i şerifte buyrulur ki “Dua ibadetin özüdür.” (Tirmizi, Daavat 1). Peki, dua ederken ne olur? Nedir dua? İnsanın (mecazen) Allah’ın yanı başındaymış ve O’nunla konuşuyormuş gibi Rabbine halini arz etmesidir. Yani kişinin Allah’la birlikteymiş gibi olduğu bir haldir. Yani ihsan yani Allah’ın bizimle olduğunun farkına vardığımızdır. Zaten bütün gaye de budur…