Kim olduğun o kadar çok bağırıyor ki ne dediğini duyamıyorum. / Ralph Waldo Emerson
Hayatımızın her köşesini politik bir dayanağa bağlıyor, politikayla kendi kendimizi işgal ediyoruz. Politik düşünüyor, politik yaşıyor, politik nefes alıyor, politik konuşuyoruz. Başörtümüz, saçımızın rengi, bıyık şeklimiz, sakal kesim şeklimiz, giydiğimiz tişört, gömlek yakası, pantolon... Hayatımızdaki tüm detayları simgeleştirip birbirimize politik yumruklar sallıyor, akıttığımız kanlara seviniyoruz.
Bir bıyığın uzun veya kısalığı insanın tüm zihniyet dünyasını, hayat görüşünü, idealini yani her haltını nasıl temsil edebiliyor arkadaş? İnsanı modern yaşamın ilkesizliğine mağlup olması yetmezmiş gibi kendini bir de başka bir bataklığın içerisinde buluyor. Okumak yok, düşünmek yok, mütalaa yok, tahlil etme yok; küfür var, kavga var, düşmanlık var, at gözlükleri var, maymun iştahı var. İşte bu politik hengamede acı çeken, hor görülen, elitist bir grubun yönettiği ülkede boğazlarına zincirler vurulan babalar hemen evlatlarına sarılıyordu. ‘’Oğlum oku, büyük adam ol. Bak ülkeyi ne hale getiriyorlar? Biz oy veriyoruz, adamlar deviriyor, biz oy veriyoruz adamlar deviriyorlar. Saha adamı çok lakin kafa adamı yok.’’
Okuyacak, kafa adamı olacak, çalışacak, şuurlanacak ve çıkacaktık meydana. Sonuç; kaostan meydana gelen bir hengameler silsilesi. Başarı putu, diploma tapınıcılığı, çok yabancı diller, ceolar, mezun olmakla övünülen okullar, transkiriptler, rakamların iktidarı, etiketler, kartvizitler, tezler, unvanlar, performans ödevleri, çift anadallar, prestij kaygıları, bitmeyen kariyer planları, gayba meydan okumalar, büyük bir markanın başına geçip dünyayı yönetme hayalleri, çokuluslu şirketler, ütülü elbiseler, karizmatik ses tonları, olağan toplantılar…
Zihniyet dünyamız bu çelişkilerden dumura uğramışken bir de her boşluğa gökdelen, her halk pazarına AVM dikmeye başladık. ‘Modern şehirler’ inşa etmeliydik ya, gökdelen, apartman, AVM vs. Allah ne verdiyse artık koca şehri dayayıp döşemeliydik sanki geçmişten bir şey kalmamış gibi. Mezarlıklar evet mezarlıklar da şehrin taaa dışına, çok uzağa, en uzağa kurulmalı. Niye? Çünkü modern kent tasavvurunda Allah yok!
Bizler, sokakta oynayan, dizleri kanayan, çizgi filmlerde değil de gerçek hayatta çamurların arasında böcekleri izleyen bizler, artık dayanamıyoruz, nefes alamıyoruz! Gökdelenler gökyüzünü kapattı! Güneşi göremiyoruz adamım! Bulutlar yok artık! İnsanlar artık ağaçlar için çıldırıyorlar bayım! Evet taze ot görmüş sıpa gibiyiz hepimiz! ‘Efendim çok müteşekkirim sağ olun, zatıaliniz nasıldır acaba?’ yok artık, ‘iyilik, senden?’ var. Hayat yok, aşk yok, sevda yok, ideal yok, hayal yok. Robotlaşan, robot olan, ‘şehri kente’ çeviren, şehirden Allah’ı kovmaya çalışan, minareden büyük gökdelen inşa eden bir topluluğuz artık. Umut, Cemil Meriç’in kaleminden dökülüyor: “Olimpos dağının çocukları Hira dağının evlatlarını asla kabullenemeyecektir…”