Tevhid inancıyla insan, bütün köleliklerden kurtularak yalnız Allah’a kul olmuş ve böylece en yüce şeref olan gerçek hürriyeti elde etmiştir. Bu yönüyle tevhid, zihnin durulması, paklanması ve tertemiz (tıyb) hâle gelmesi demektir.
Rabbânî ve Nebevî Terbiye”nin sırlarına dair devam edegelen yazı dizimizi, bu terbiyenin nihâyetinde ortaya çıkan “Hazret-i İnsan”ın bazı temel özelliklerine dikkat çekerek bitirmek istiyoruz.
Esasen böyle bir terbiye neticesinde insanın ulaştığı güzellikleri tarif etmek imkânsız gibidir. Zira dışa yansıyan cemâl ve kemâl vasıflarının, içe doğru derinliklerinde hissedilen, tadılan ve keşfedilen güzelliklerini ve enginliklerini tespit etmek mümkün değildir. Her bir insana lutfedilen maddî ve manevî rızıkların/istidatların farklı olduğu gerçeği de göz önünde bulundurulacak olursa, insanın terakki ufkuna sınır çizmenin zorluğu daha iyi anlaşılır. Gerçek bu olmakla birlikte, biz yine de Hazret-i İnsanın Rabbânî ve nebevî terbiye neticesinde ulaştığı güzelliklerin bir kısmına burada işâret edeceğiz.
Bu terbiyeye mazhar olmuş kimsenin hayatının odak noktasında Allah Teâlâ vardır. O, her an O’nunla olmanın idrâki içindedir. Duygularının, düşüncelerinin ve davranışlarının başlangıcı, devamı ve bitişi Rabbiyle bağlantılıdır. Yani artık o, bir başkasının değil, hatta kendisinin bile değil, yalnız Rabbinin kulu olmuştur. Bu yönüyle zihnî ve kalbî dağınıklıktan kurtulmuştur. Hayatı üzerinde bir tek otoritenin sözü geçmektedir. Tereddütleri, şüpheleri ve kararsızlıkları kalmamıştır. Zihnini kemiren ve iç dünyasını çaresizlik cehennemine çeviren cevapsız sorular kalmamıştır. Biz buna “mutmain kişilik kıvamı” diyebiliriz. İşte Kur’ân-ı Kerim ve sünnet-i nebevî’nin oluşturduğu inanç çerçevesi, zihin ve gönül dünyasının karanlık noktalarını böyle aydınlatan bir nûr-ı ilâhîdir.
Bütün bâtıl ilahları inkâr edip ilah olarak yalnız Allah’ı kabul etmenin literatürdeki ismi “tevhid”dir. Tevhid inancı, “İslâm Şahsiyeti”ni oluşturan en temel değerdir. Bütün güzellikler de bunun üzerine binâ edilmiştir.
Tevhid inancıyla insan, bütün köleliklerden kurtularak yalnız Allah’a kul olmuş ve böylece en yüce şeref olan gerçek hürriyeti elde etmiştir. Bu yönüyle tevhid, zihnin durulması, paklanması ve tertemiz (tıyb) hâle gelmesi demektir.
Rabbânî terbiye, ham ve süflî duyguların olgunlaşmasını ve ulvîleşmesini gerçekleştirmiştir. Kibrin kabalığı, tevazuya; cimriliğin ızdırabı, cömertliğin iç huzuruna, zulmün karanlığı, adâletin aydınlığına; acımasızlığın vahşeti, şefkat ve merhametin enginliğine; kabalığın çirkin yüzü, nezâket ve letâfetin güzelliğine; kin ve nefretin soğukluğu, muhabbetin sıcaklığına dönüşmüştür. Bu, duyguların arınmasıdır ki, gönlün tertemiz (tıyb) hâle gelmesi demektir.
Rabbânî terbiye, insanı her çeşit ilişkide “Ahsen kıvamı”na ulaştırmıştır. Yani en güzel bir kaliteye eriştirmiştir. Bu terbiyeye mazhar olmuş kişi, Rabbi ile ilişkisini güzelleştirmiştir. Diğer insanlarla ilişkilerinin kalitesi yükselmiştir. Anne-baba, eş, çocuk, akraba, arkadaş, dost, düşman hemen herkes hak ettiği ilgiye muhatap olmuştur. Hatta hayvanlar, bitkiler ve cansız varlıklarla bile en güzel bir ülfet ve uyum gerçekleşmiştir. Kendisi ve etrafı ile sulh içinde olan bir kişilik kalitesi ortaya çıkmıştır. Niyâzî Mısrî –kuddise sirruh- bir beytinde bu hâle işâretle der ki:
Nimetler, musibetler, sevinçler, hüzünler, doğumlar ve ölümler, hepsi ilâhî takdirle gerçekleşen hususlardır. Verilenle şımarmamak, kaybedilenle hüzne boğulmamak için bu hakikatlerin bilinmesi ve böyle inanılması önemlidir. Bu hâl ise, her türlü değerin tıyb (tertemiz, arı-duru) bir kıvama ermesi demektir.
Ben sanırdım âlem içre bana hiç yâr kalmadı
Ben beni terk eyledim gördüm ki ağyar kalmadı
İlişkilerde bu güzellik, davranış ve muamelelerin tıyb hâle gelişidir.
Rabbânî terbiye “Kişisel organizasyon”u sağlamıştır. Böylelerinin hayatında dağınıklığa yer yoktur. Ölçülü, nizamlı ve dengeli bir hayatları vardır. Hayatın med ve cezirleri karşısında sarsılan, dağılan ve kendini kaybeden bir durum söz konusu değildir. Üzerlerindeki nimetlerin ve sorumluluklarının farkındadırlar. Her hak sahibine hakkını verecek bir dirâyete ve firasete sahiptirler. İmkânları, fırsatları ve tehditleri doğru değerlendirir ve yönetirler. Bu dirayet hâli de, hayatı tıyb hâle getirir.
Rabbânî terbiye, kişiliği bencillikten kurtarmış, diğerkâm hâle dönüştürmüştür. Fedakârlık, cömertlik ve hizmet gibi güzel hasletlerle, âdeta bereketli ve meyveli bir ağaç olmuştur. Yerine göre canını bile verebilecek yüksek bir ruh haline yükselmiştir. Kendi içine doğru kıvrılıp kilitlenen değil, hem kökleriyle derinleşen, hem de dallarıyla gökleri tutan bir gelişmişlik yakalamıştır. Bu durum, en derin duyguların tıyb hâle gelişidir. Rabbânî terbiye, yeni bir değerler sistemi oluşturmuş ve her şey Allah Teâlâ’nın verdiği değer ölçüleri ile yerine oturtulmuştur. Bu çerçevede dünya geçici bir imtihan sahnesi, gerçek hayat ise âhiret hayatıdır. Mal, evlad, makam, mansıp imtihan vasıtası olan emanetlerdir. Nimetler, musibetler, sevinçler, hüzünler, doğumlar ve ölümler, hepsi ilâhî takdirle gerçekleşen hususlardır. Verilenle şımarmamak, kaybedilenle hüzne boğulmamak için bu hakikatlerin bilinmesi ve böyle inanılması önemlidir. Bu hâl ise, her türlü değerin tıyb (tertemiz, arı-duru) bir kıvama ermesi demektir.
İşte görünür-görünmez her çeşit kirden arınmış, içiyle dışıyla, özüyle yüzüyle arı-duru olmuş bu şahsiyete biz “Hazret-i insan” diyoruz ki, bu kıvama erişmiş kimselerin cennet davetiyeleri Kur’ân-ı Kerim’de şöyle beyan edilmiştir:
“Rablerine karşı gelmekten sakınanlar (muttakîler), bölük bölük cennete sevk edilir, oraya varıp da kapıları açıldığında cennet bekçileri onlara: Selam size! Tertemiz geldiniz. Artık ebedî kalmak üzere girin buraya, derler.” (Zümer Sûresi, 73)