Canım ne isterse yaparım, kuş gibi serâzâd yaşarım diyorsan… Hayatta hiçbir haz ve lezzeti de es geçmek istemiyorsan; Nerde durur, iner bilemeyiz; ama İffet taksiye bindi demektir…
Üniversite öğrencisi bir arkadaştan dinlemiştim… Okula yeni başladıkları aylarda, nasihat olsun diye, basit bir formül verilmiş onlara… Sade ve güzel bir başarı formülü:
Üniversite hayatı sana tercih yapabileceğin şu üç şıkkı sunar:
Sosyal hayat…
Uyku…
Ders başarısı…
Ama dört ya da beş yıllık eğitim hayatın boyunca bunlardan ancak aynı anda ikisini seçebilirsin…
Hangisine veda edeceğine karar vermek çok zor değil mi?
Sosyal hayattan feragat etmek sıkar… Sineması, tiyatrosu, sporu, öğrenci kulüpleri ve sınırsız faaliyetlerin zevkini düşününce insan… Et ile tırnak gibi geliyor değil mi? Neden geldin ki zaten üniversiteye… Bitkisel hayatı gözü yemiyor insanın!
Uyku dedin mi, şekerden leziz… İnsan ile Rabbinin bile arasına girer sabahları…
Aklından zoru yoksa, ne istediğini biliyorsa bir insan, ders başarısını göz ardı edemez… İhmal ettiğin her ders, bu eğitim yolculuğunda ayağına takılan bir prangadır… Gün gelir, altta kalan derslerin altında kalırsın… İnek olmayı gözün yemezken, bir de bakmışsın, dersler seninle “uzun eşek” oynamaya başlamış… Bıldır yediğin hurmalar misali.
Bir kolunun altına karpuzlardan birini, öbürünün altına da diğerini alır, yoluna devam edersin… Zira “Bir koltukta iki karpuz taşınmaz!” diyerek, atalar vakt-i zamanında koymuş zaten kuralı…
Bazılarının mezhebi gibi bacak arası da geniş ya! Bir karpuz da oraya sığdırabileceklerini hesap etseler de nâfile… Üçüncü karpuza hayatta yer yok!
Çünkü hayat dediğin, neskafe değil maalesef… Her zaman olmuyor üçü bir arada. Bazen kahven sütsüz geliyor, bazen şekersiz… Alışman gerekiyor…
Kızlı-erkekli öğrenci evi tartışmalarının yaşandığı şu günlerde, gençlik dergisi olarak biz de tartışmaya uzak kalamadık. Yukarıdaki mantığa benzer, biz de bir üçlü şık sunalım dedik.
Düşündük, taşındık; bir de baktık ki hayatımızda, şu üç kavramdan sadece ikisine aynı anda yer verebildiğimizi gördük:
Hürriyet…
İffet…
Haz ve lezzet…
Maalesef bu kavramların üçüne birden yer yok hayatta.
Canım ne isterse yaparım, kuş gibi serâzâd yaşarım diyorsan… Hayatta hiçbir haz ve lezzeti de es geçmek istemiyorsan; Nerde durur, iner bilemeyiz; ama İffet taksiye bindi demektir…
İffetimden tâviz veremem… Hayattan da haz ve lezzet almak isterim, diyorsan eğer… E ozaman da “Hürriyet” Nâmık Kemâl’in yazdığı bir kasidedir artık senin için… Mefâîlün, Mefâîlün, Mefâîlün, Mefâîlün… Hayatını serbest şiir gibi vezinsiz, kâfiyesiz yaşayamazsın, kusura bakma!
Tek tesellîyi şu beyitte bulabilirsin:
Yâre kul olmakla buldum devlet-i hürriyyeti.
İhtiyârımla esâret geldi kendimden bana…
Hayat da senin tercih de… Hem hürriyetim hem de iffetimle yaşarım diyorsan… Ol zaman biz de deriz ki:
Sen kim gelesin meclise, bir yer mi bulunmaz!
Bâş üzre yerin var…
Gül goncasısın, gûşe-i destâr senindir.
Gel ey gül-i rânâ…
Evvel zaman çelebilerinin sarığına taktığı gül goncası gibi, hayat da seni baştâcı edecektir elbet… Fakat bu uğurda mâdem ki haz ve lezzetten feragat ettin, o hâlde şu şarkı da sana gelsin:
Dertleri zevk edindim bende neş’e ne arar!
Elem dolu gönlümden gitmiyor hâtıralar…
Birilerinin Dibine Not:
Zaman zaman karşılaştığım birbirinden farklı hadiseler bana hep Cenap Şehâbeddin’in Tiryâki Sözleri’nden şu vecizesini hatırlatır:
Eslâfımızdan biri: “Herkesin maksûdu bir ammâ rivayet muhtelif!” demiş. Bazen de rivayet bir olur da maksûd değişir; meselâ taze çemen mevzû-i bahs olunca, öküz de şâir gibi: “Pek severim!” der.
Kimsenin maksûdunu yargılayacak değiliz… Şairin karnında gizlenen şiirin mânâsı gibi, insanların niyetleri de gönüllerinde gizli…
Bekâret mevzû-i bahs olunca “nâmus bir zardan ya da birkaç damla kandan mı ibarettir?” diyen bazı sığırlara, hatırlatmakta fayda var:
Esas mevzû-i bahis olan, pek sevdiğiniz taze çemen değildir. İnsan neslidir… “O nedir ki?” diye küçümsediğiniz şey, bazen kadını Meryem, oğlunu da İsâ yapar…
Ahlaki Kusurlar Sadece İnsanları Yıkmaz
Kraft, “Teknik İşin Ahlâkî Esasları” isimli kitabında, binaların temellerini atarken, demiryolu köprüleri inşasında ve daha bu gibi işlerde verimin, teknik bilgilere olduğu kadar, mühendisin vicdanına, sorumluluk duygusuna ve bilhassa mühendisin beklenmedik keyfi isteklerine karşı göstereceği karakter sağlamlığına da bağlı olduğunu anlatıyor ve diyor ki:
“Zürich’te Mühendislik Okulu’nun bahçesinde, herkese ibret olmak üzere sergilenen Münchensteiner dermiryolu köprüsünün enkazı, sadece konstrüksiyon hatalarını, ekonomik dar görüşlülüğü ve yanlış hesapları göstermek için oraya konmamıştır.
Bu enkaz, ahlak kusurlarından ve sorumluluk duygusunun bulunmamasından dolayı, inşaatta en basit teknik bilgilerin dahi uygulanmamış olduğunu göstermektedir. (Kemal URAL, Küçük Şey Yoktur, s.357)