Şimdi, şu muazzam dağı görmektesiniz. Başınızı biraz sağa kaydırınız. Şu anda dağ kayboldu onu göremiyorsunuz. Çünkü, bahçedeki incir ağacının şu ufacık yaprağı, dağın görüntüsünü perdeledi. Şu incir yaprağı gibi küçük-küçük olan şeyler, hayatımızı öylesine doldurur ve işgal eder ki, o küçük şeyin ardında bulunan muazzam şeyi göremez hâle geliriz…”
Bir şey istesem sizden… Acaba dileğimi küçümser misiniz?
“Ya hu bizim başka işimiz gücümüz kalmadı da; şimdi de sırf sen tavsiye ettin diye çizgi film mi seyredeceğiz?” demezsiniz inşallah… Daha önemli bir işiniz varsa onu yapın tamam… Ama nasıl olsa müsait bir zamanınız olacaktır. Eminim ki o ilk müsait zamanınızda Wall-E isimli çizgi filmi seyretmekten daha faydalı bir meşgaleniz olmayacaktır.
Neden mi?
Çünkü efendim, bizler GENÇ dergisi olarak, o çizgi filmin birkaç dakikalık sahnesinde anlatılıverilen bir hakikate siz değerli okurlarımızın dikkatini çekebilmek için koca bir sayı hazırlıyoruz da ondan… Sadece o iki, üç dakikalık sahneyi seyretseniz eminim ki “vay beee!” diyeceksiniz… GENÇ Dergi Garantisi..
Toprağı Kazancından
Bol Olsun! Merak edin de, illa izleyin diye filmi kısaca tanıtıverelim:
2008 yapımı animasyon Pixar’ın en orijinal ve en maliyetli filmlerinden biri...
Film geleceğimiz dünyasının hazin akıbetini gözlerimiz önüne seriyor. Dünya bir teknoloji çöplüğüne dönmüştür. Dünya yaşanılmaz bir yere döndüğü için insanlar gezegeni terk ederek Axiom isimli devasa bir uzay gemisinde yaşamaya başlarlar. Dünyada bırakılan robotlar ise gezegeni temizleyerek tekrar eski hâle getirmeye çalışırlar. Uzay üssünden dünyaya gelen “Eva” isimli bir robot hanım ile dünyayı temizlemekle uğraşan “Wall-e” oğlumuzun zaman zaman duygusala kaçan macerası işlenir filmde.
Efendim, bir Türk evladına bir şeyin değerini anlatmanın diğer bir yolu da, onun ne kadar kazandırdığına dair bilgi vermektir ya! Filmin ABD hasılatı 224 milyon dolar. Dünya geneli ise 503 milyon dolar kazanmış adamlar! Emeği geçen bütün keferenin ber-hayât olanlarına Rabbim hidâyet nasib eylesin. Bilhassa Steve Jobs Efendinin de toprağı kazancından bol olsun…
Âcizâne tavsiyemiz olan bu filmi seyretmeyenlerimiz izler, seyredenler ise aşk ile şevk ile bir daha izler ise görürler ki:
Bundan yüzlerce yıl sonrasının insanları, gelişiminin neredeyse zirvesine ulaşmış teknolojinin nimetleriyle perverde; havada uçan kişiye özel ulaşım araçlarıyla, adım atmak zahmetine bile katlanmadan ordan oraya gider, önlerinde açılıveren üç boyutlu ekranlarda görüntülü iletişim kurup alış-veriş yaparak hayatlarını sadece bu ekranlarda yaşarken… Bir gün küçük bir kaza yaşanıverir!
İşte o zaman, birbirinin yüzüne bir kere dahi bakmamış bu insanların kendi ayaklarının üstünde bile duramaz hâle geldiklerini görürsünüz… Gözünün önündeki ekran kapanınca neyi ve neleri kaçırdıklarını ilk defa o zaman fark ederler… (48:00 ile 51:00 dakika arası)
Elindeki oyun kumandasını bırakıp hemen yanındaki iPad’i aldı. Face girdi; ama bir iki saniyede bir gözüyle oyunun yüklenip yüklenmediğini kontrol ediyor… Level yüklemesi tamamlanınca, iPad’i bıraktı kumandayı kaptı… Ama bir görsen oyunu hep böyle oynuyordu.
Sen Kim Oluyorsun!
O sahneyi izlediğinizde bana dert yanan şu babanın serzenişini daha iyi anlayacaksınız:
- Hocam, Beşiktaş’tan motorla Üsküdar’a geçiyordum. Etrafımdaki insanlara bir baktım ki, herkesin gözü telefonun ekranında… Kimi açmış oyun oynuyor; kimi biriyle mesajlaşıyor… İçimden şöyle geçirdim: “Yahu etrafınıza bir baksanıza… İstanbul Boğazı’nda seyahat ediyorsunuz… Burası dünyanın sayılı güzelliklerinden bir yer! Pırıl pırıl havanın şu güzelliğine bir bakın! Ne harika bir manzaradan mahrum kaldığınızın farkında mısınız?”
Geçen gün bizim oğlanın I phone’nun şarjı bitti hocam... Çocuk deli dana gibi dolanıyor… Bir arayışı var; “Şarj cihazı nerede?” diye deliriyor. Dedim ki:
- Oğlum ne var şarjın bittiyse? Ne oldu?
- Beni arayanlar şu anda bana ulaşamıyor Baba!
- Ulan sen kimsin? Seni arayan sana ulaşsa ne olur?
- Öyle deme baba!
- Evladım! Ben bir iş adamıyım! Aynı zamanda siyasi bir danışmanım! Beni arayanın bana ulaşıp ulaşamamasını senin kadar dert etmiyorum! Yahu sen kim oluyorsun?
Kardeşinin hâlinden korkan ağabeye, bu filmi izleyince bir kere daha hak veriyorsunuz. Diyor ki:
- Abi, bizimki geçenlerde play station’un başında oyun oynuyor… Öyle bir hâli vardı ki vallahi billahi kardeşimden acayip korktum. Oynadığı bölüm bitti, yenisi yüklenecek ya... Elindeki oyun kumandasını bırakıp hemen yanındaki ipad’i aldı. Face girdi; ama bir iki saniyede bir gözüyle oyunun yüklenip yüklenmediğini kontrol ediyor… Level yüklemesi tamamlanınca, ipad’i bıraktı kumandayı kaptı… Ama bir görsen oyunu hep böyle oynuyordu. Bölüm bitince boş kalamıyor, manyak gibi iPad’e sarılıyordu. Abi, altı üstü yirmi saniye beklemeye tahammülü olmaz mı bir insanın?
Meczûb-meşreplere Küçük Bir Tüyo!
Bu altı üstü basit çizgi film de “Alllaaaah!” diye feryâd edip can verilecek sahne: Yüzüğün atılıp boş kutunun tercih edildiği sahnedir efendim :) (20:20 ile 20:35 arası)
Gözden Kaçan Hakikat!
Kelâmî Dergâhı’nda bizzat Muhammed Esad Erbilî Hazretleri’nin misafiri olarak kalan Danimarkalı Psikolog Carl Vett şu hatırasını anlatır:
“… Şeyh Muhammed Es’ad ErbiIî pencereden sülieti mavi göğe azametle yükselen Alemdağ’a doğru bir süre baktı. Sonra:
- Bana biraz yaklaşın, dedi. Şimdi, şu muazzam dağı görmektesiniz. Başınızı biraz sağa kaydırınız. Şu anda dağ kayboldu onu göremiyorsunuz. Çünkü, bahçedeki incir ağacının şu ufacık yaprağı, dağın görüntüsünü perdeledi. Şu incir yaprağı gibi küçük-küçük olan şeyler, hayatımızı öylesine doldurur ve işgal eder ki, o küçük şeyin ardında bulunan muazzam şeyi göremez hâle geliriz…”
Zaten ezelden gözümüze çekilmiş bir gaflet perdesi varken, bir de teknolojinin nimetlerini gözümüze perde etmeyelim… Etmeyelim ki, en azından dünyanın güzelliklerinden, bizi o güzellikleri yaratana ulaştıran yolu kaybetmeyelim:
Yıldızlı semâlardaki haşmet ne güzel şey!
Mehtâbâ dalıp yâr ile sohbet ne güzel şey!
Yoksa, artık sadece bir insan isminden başka bir şey ifade etmeyen “Haşmet” ile “Mehtâb”ın rûhuna fâtihâ okuyacak sonraki nesiller…