Ve gözüm eşyamda değil, yoruldum maddemden
Cahit Zarifoğlu
Benim gibi teknolojikleşme karşıtı birisinin fitness salonuna nasıl gittiğini zor tahmin edebilirsiniz diye düşünüyorum. Orada acıkmayayım diye mideyi doldurup gitmeme mi gülersiniz, okunmuş sularla doldurduğum iki şişe suyu fitness salonuna varmadan bitirişime mi? Hangisine gülerseniz gülün ben gayet ciddiyim.
Karanlık gecelerden bir gece gökte ne bir yıldız var ne de bir ufo. Otobüsteyim, yorgun argın eve dönüyorum. Başımı cama yaslayıp gözlerimi kapadım, dış karanlıktan kaçıp iç aydınlığımı arar gibiyim. Uzaktan bakan biri, beni bir uzak doğulu gibi meditasyon halinde zannedebilir. Fakat arka koltuklarda oturmakta olan delikanlılardan birinin sesiyle irkildim. “Recep Abiii” diye bağırıyordu yarısına kadar açılmış otobüs camından. Delikanlıya içimden demediğimi bırakmadım ama daha sonra bağırdığı kişiyi görmek için camdan delikanlının baktığı yöne doğru baktım. Gördüğüm şeye hakikaten “Recep Abiii” diye ben de bağırırdım. Şişman, uzun boylu, ak tenli, kirli sakallı bir adam; üzerinde turuncu gömlek ve mavi keten pantolon var. Sanırım otobüsteki diğer vatandaşlar da “Recep Abii” yi benimle aynı anda fark etmiş olacaklar ki herkes aynı anda gülmeye başladı. Bu gülüşme tufanına sebep olan âdem, gösterilen ilgiden hoşlanmış olacak ki hemen Recep İvedik filmindeki solo dans figürünü otobüs köşeyi dönene kadar kendisini seyredenlerin zihnine yerleştirdi.
Otobüs devam ede dursun, ben bu sahneden şişmanların kendileriyle övünebilecek şekilde dış görünüşlerini organize edebileceklerini çıkardım. Ve son zamanlarda yetmişli rakamlara ulaşacak kadar kilo alan ben, boydan kaybettiğim için Recep İvedik’e benzeyemesem de birilerine benzeyip bu gidişattan kurtulabileceğimi düşündüm. Bir sürü ünlü şişmanı zihnimin albümlerinden gözümün önüne getirdim. Ata Demirer, Gürdal-Erdal tosun biraderler, Zeki Alasya, Metin Akpınar gibi daha birçok ünlüyü bir türlü kendime yediremedim. Baktım olacak gibi değil zayıflamaya karar verdim. Zayıflamanın profesyonelce yapılanı daha sağlıklı olur düşüncesiyle fitness salonunun yolunu tuttum.
Benim gibi teknolojikleşme karşıtı birisinin fitness salonuna nasıl gittiğini zor tahmin edebilirsiniz diye düşünüyorum. Orada acıkmayayım diye mideyi doldurup gitmeme mi gülersiniz, okunmuş sularla doldurduğum iki şişe suyu fitness salonuna varmadan bitirişime mi? Hangisine gülerseniz gülün ben gayet ciddiyim. Koşu bandına çıktığımda karşımdaki aynada beliren yorulgan yüz ifademe gülebiliyorum ancak. Terlemeye başlayınca Genç’in abone kampanyası sayesinde hak ettiğimiz havlu yetişiyor imdadımıza. Havluyu açıp omzuma atıyorum. Üzerinde Genç yazıyor olması milletin garibine gidiyor galiba. Boksör Sinan Şamil Sam’ın şort’unda Gazi diye yazması da benim garibime gitmişti. Ben insanların garip bakışlarını seyrederken insanların bakacak yeni bir malzemesi oluverdi. Izbandut gibi bir herif geldi. Adamın belinin arkasında Viking alfabesi ile kocaman Zeus yazıyor. İşin komik tarafı adam sırf o yazı gözüksün diye giydiği tişörtün beline gelen kısımlarını kestirmiş. Millet de bu adamı seyrediyor. Pek fazla ısınma hareketi filan yapmadan ağırlık kaldırmaya başladı. Yüzü kıpkırmızı olmasına rağmen tahminen benim ağırlığımdaki bir halteri kaldırdı. Halteri birkaç kez daha kaldırdı. Daha sonra 20 kilo daha ekledi. Bu kez herkes kendi işini bıraktı hepten adamı seyretmeye başladı. Adam halteri tam kaldırdı derken nasıl becerdiğini anlayamadan sırtına düşürdü. Adam yığılmıştı yere. Antrenör gürültüye koşup geldi. Altı kişi bu adamı kucaklayıp dışarıya çıkardılar. Artık ambulans mı çağırdılar bilmiyorum ama o adamı seyreden herkesin içinden “Hak etmişti” dediğini işitir gibi oldum. Sonra işime koyuldum. Duvardaki plazmalarda olimpiyatlardan naklen yayın gösterilmeye başlandı. Spor yapmaya çalışırken spor görüntüleri izlemek farklı bir zevk oluyor. Ama canımı sıkan bir şey var, bu yıl olimpiyatları izleyen her Türk gibi. Türkiye olimpiyat oyunlarında çok başarısız.
Olimpiyat oyunlarında neden başarısız olduğumuzu tartışmak ne kadar doğrudur yanlıştır bilmiyorum ama spor yapmaya gittiğiniz bir mekânda bunları tartışmak hiç de saçma değil bence. Sırtına halter düşen ızbandut gibi adamın şoku üzerimizden kalkınca herkes olimpiyat oyunlarına konsantre oluverdi. Türk sporculara üzülüyoruz, şu ana kadar aldığımız tek madalyayı da bir bayan sporcumuz kazandırmış, ne kadar sakat bir durum. Bu sakatlık oradakileri pozitif yönde etkiledi sanırım. Herkes daha bir iştahla sarıldı üzerinde çalıştığı spor aletine. Ben de bu sırada mekik çekmek için minderin üzerine Genç havlumu serdim. Normalde kimse havluyu o şekilde kullanmıyor. Ama ben hem milletin teri bana bulaşmasın diye hem de milletin bilinçaltına GENÇ’in reklâmı yerleşsin diye böyle kullanıyorum. Reklâm çabam meyvesini hemen verdi tabi. Body ile uğraşanlardan biri havlumu gösterip “Sen Genç spor kulübünde mi oynuyorsun?” diye sordu bana. Daha önce öyle bir spor kulübünün adını duymadım, muhtemelen soruyu soran adam da sırf kocaman genç yazısını gördüğü için uydurmuştu Genç spor kulübünü. Ama ben adama uyduruk bir cevap vermek yerine bahsettim biraz Genç dergiden. Adam da kendi çapında espri yaptı bana: “Madem Genç Gönüllüsüsün senin yorulmaman lazım sen herkesten daha çok çalışmalısın çabucak zayıflamalısın…” Tabi ben bu gaza gelmedim. Normal tempoyla çalışmaya devam ettim.
Zayıflamak adına pek bir başarı elde edemedim henüz ama şunu anladım ki ben fenotipimde başka değişiklikler de yapmalıydım. Her sene yaptığım gibi saçımı yine usturaya vurdurdum. Herkes yine aynı şeyleri söyledi; yok efendim usturaya vurdurmak saçları gürleştirmezmiş, saç dökülmesine engel olmazmış vesaire. İyi de güzel kardeşçiklerim saçların kazıtılması hiçbir şeye yaramasa da beynimin hava almasını sağlıyor. Hayrünisa Gül hanımefendi salakça soru soranlara diyor ya “Beynimi değil başımı örtüyorum” diye. İşte ben de tam tersi “Saçımı değil beynimi gürleştiriyorum” saçlarımı kazıtarak. Ama niyetimiz aynı. O, saçlarını örtünce dikkat çeken bir kadın olmaktan kurtuluyor ben ise saçlarımı kazıtarak saçları ahenkle dans eden bir erkek olmaktan kurtuluyorum. Son dönemde kellik de moda diyenler olabilir. Ama o kafası pürüzsüz olanlar için öyle. Benim gibi çocukluğunda başına gelmedik şey (annemin terlikleri, komşu çocukların attığı taşlar, maçlardan sonra isabet eden bozuk paralar su şişeleri) kalmayan birisi için İbn Batuta’nın haritaları gibi bir kafayla modayı yakalamak mümkün değil.
Kafayı dazlaklaştırdıktan sonra kendi kendime “Boşu boşuna kendine tip arıyorsun bütün güzel tipler büyük gelecek senin tipine” dedim. Haksız mıyım?
Lütfen şu yazdıklarımı okuyarak beni hayal edin:
1- Boyuyla kilosu eniyle de boyu aynı ve yaşı da boyunun iki bölü yedisi kadar olan biri.
2- Yüzünde yüzlerce, içinde maksimum seviyede Ben’i olan biri
3- Saçları olmayan biri
4- Dört gözlü biri
5-Bütün bu kusurları Yaratan’dan değil kendinden olduğunu bilmesi gereken biri…
Bu yazıyı niye yazdım? Çünkü okuyucularımız arasında genç yazarların da fotoğraflarını dergimizde görmek isteyenler varmış. Onlara diyorum ki “Yukarda saydığım fenotipte bir adamı görseniz ne olur?”Hiç olmazsa görmeyin de yazılarımız okunsun. Dergide köşelerinde resmi olan yazarlarımız her esen rüzgârla tipi değişmeyen yazarlarımızdır. Bir gün onlar kadar istikrarlı olabilirsek bizlerin de fotoğrafları köşeciklerimizde yer alacaktır.