
Abdullah bin Abbâs, bir gün Peygamber Efendimiz’in mescidinde îtikâfta iken bir kişi yanına gelerek selâm verdi ve oturdu. İbn-i Abbâs Hazretleri:
“–Kardeşim, seni kederli ve mahzun görüyorum.” dedi. Sonra da konuşmaları şöyle devam etti:
“–Evet, ey Rasûlullâh’ın amcaoğlu, kederliyim! Falan şahsın benim üzerimde hakkı var. Fakat şu kabrin sahibi (Allah Rasûlünü kasdederek) hakkı için söylüyorum ki borcumu ödeyemiyorum.”
“–Senin için onunla konuşayım mı?”
“–İstersen konuş.”
İbn-i Abbâs (ra) ayakkabılarını giyerek mescidden çıktı. Kederli şahıs ona:
“–Îtikâfta olduğunu unuttun mu, niçin mescidden çıktın?” diye seslendi.
İbn-i Abbâs şu cevabı verdi:
“–Hayır! Ben, şu kabirde yatan ve henüz aramızdan yeni ayrılmış olan muhterem zâttan işittim ki, (bunları söylerken gözlerinden yaşlar akıyordu):
«Her kim, din kardeşinin bir ihtiyacını karşılamak için gayret eder ve o işi görürse, bu kendisi için on yıl îtikâfta kalmaktan daha hayırlıdır. Hâlbuki bir kimse Allah rızâsı için bir gün îtikâfa girse, Cenâb-ı Hak o kimse ile cehennem arasında üç hendek yaratır ki, her bir hendeğin arası, doğu ile batı arası kadar uzaktır.»” (Beyhakî, Şuab, III, 424-425. Ayrıca bkz. Heysemî, VIII, 192)