
Ubeydullah Ahrar Hazretleri, Cenâb-ı Hakk’ın lütfuyla sonradan büyük bir servete sahip oldu. Öyle ki, çiftliklerinde binlerce işçi çalışıyordu. Fakat o mübârek zât, buna rağmen hizmetten geri kalmadı. Mânevî kemâlât yolunda, tanıdıklarına ve tanımadıklarına yardım ve şefkatleri, sınır kabul etmez derecede büyüktü. Kendisi bu hizmetlerinden birini şöyle anlatır:
“Semerkand’da Mevlânâ Kutbuddîn Medresesi’ndeki dört hastanın hizmetini üzerime almıştım. Hastalıkları arttığından, yataklarını kirletirlerdi. Ben onları elimle yıkayıp, çamaşırlarını giydirirdim. Devamlı hizmet ettiğim için hastalıkları bana da sirâyet etti ve yatağa düştüm. Fakat o hâlimle bile, testilerle su getirip hastaların altlarını temizlemeye, elbiselerini yıkamaya devam ettim.”
Büyüklerin hayâtındaki, Hak yolunda hizmet etme fazîletine dâir ideal davranışlar, bizler için güzel bir numûnedir. Bir Müslüman ne kadar zengin olursa olsun, maddî imkânlarının hakkını ve bedelini, ancak mânevî dirâyetini artırdığı ve kalbî hayâtını seviyelendirdiği nisbette ödeyebilir. Mâneviyatta terakkî ettikçe de, zühd ve takvâ ölçülerine riâyet ve zenginliğe rağmen kâmil bir tevâzû sahibi olabilmek, Ubeydullah Ahrar Hazretleri’nin kıssasındaki kadar ideal bir noktaya varır.