Şimdi siz, fakiri oturtmadığınız lüks sofranın süsüne harcadığınız para ile, Afrika’daki yetim su içebilsin diye kuyulara gönderdiğiniz paranın aynı olduğunu mu sanıyorsunuz?
Vakti zamanında adamın biri kadıya gider. İçim daralıyor kadı efendi, der. Kadı adama: Git şöyle topraklarına uzaktan bak, der. Benim topraklarım yok. O zaman git kasandaki paraları say. Adam, benim param da yok. Kadı, o zaman git, evde hanımının saçlarını okşa. Adam, ben evli değilim ki. Bunun üzerine Kadı, yahu git be adam benim de içimi daralttın, der.
Dünya hayatı böyle. Parayı sayarken insan mutlu oluyor, güven duyuyor. Güvenilecek şeyleri iyi seçmeli Müslüman elbet. Fakat şu da bir gerçek ki, parasız da olmuyor.
Denizli tatiller yapabilmek, evin perdesini koltuk kumaşına göre seçebilmek, dışarıda yemek yerken afili lokantalara gitmek için değil, bahsettiğimiz para. Öyle ya, insanlar gibi paralar da çeşit çeşit. Sadece 10’luk, 20’lik, 50’lik, 200’lük olması açısından değil. Siz anladınız… Geldiği gibi gidiveren paralar var, eskilerin bereketsiz dediği. Bazı paralar harca harca bitmez fonundan, Hızır uğramış gibi. Bazı baknotlar ateş içinde buz, bazıları çınar tohumu gibi. Şimdi siz, fakiri oturtmadığınız lüks sofranın süsüne harcadığınız para ile, Afrika’daki yetim su içebilsin diye kuyulara gönderdiğiniz paranın aynı olduğunu mu sanıyorsunuz?
Hizmet insanları ile sohbet etmek oldukça keyiflidir. Eğer bu insanlar hizmet konusunda enerji dolu, yeni fikirleri olan, tabiri caizse kafası ha bire proje üreten kişilerse, sohbet daha da güzel olur. Ne ki, bütün projeler eninde sonunda aynı yere gelip tıkanır: Bunları yapabilmek için para lazım. Tasarruf camiası, her kuruş değerlidir, paranın büyüğü küçüğü olmaz der.
Tasarruf etmek için elinize büyük miktarlar geçmesini beklemeyin, demektir bu. Gerçek tasarruf 1-2 lira ile, her ay artıracağınız 20-30 lira ile olur. Şimdi okullarda “damlaya damlaya göl olur” atasözü öğretiyor mu bilmiyorum. Fakat buna çok güzel ve meşhur bir örneği anmadan geçmeyelim. Yıl 1987. Amerikan havayolları, müşterilerine verdiği sabah kahvaltısından, bir zeytin eksiltme kararı alır. Sadece bir zeytin. Yıl sonunda bu zeytinlerden elde ettiği kar ne kadardır dersiniz? Tamı tamına 40.000 dolar. Yanlış okumadınız, kırk bin.
Evet, evet. Hemen şimdi kendimize, evimize bakalım. Biz “bir zeytinlik” etkiye vakıf nelere sahibiz?
Hizmetlerin kaliteli ve düzenli yürüyebilmesi için sağlam finansörlere ihtiyaç var. Sadece sadaka ile zekat kafi değil. Lütfen aylık düzenli şekilde bağış yaptığınız dernekler, eğitim kurumları olsun. Bu kadarcık para da işlerine yarar mı demeyin. Elektrik, su, bir misafirin ikramı, çay, şeker o paralarla karşılanıyor. Bazı derneklerin koca koca adı, süslü masaları var. Kendilerini ağırlamaktan başka çok az kimseye faydaları dokunuyor. Bazıları var, 50 kişi anca sığar buraya dersiniz. Her gün başka gruplar, gecesi gündüzü dolu, ayda en az 500 kişiye ulaşıyor. Bağış yapacağınız dernekleri de, vakıfları da tanıyın. Kolaya kaçmayın.
Çıktığınız odanın ışığını kapatarak, damlayan musluğu tamir ettirerek kim bilir ne kadar kâr edeceksiniz. Hanımların ne ilginç metodları vardır tasarruf yolunda. Sebze, meye yıkadığı su ile çiçekleri sular. En ucuzunu arar bulur, haşlama suyu soğumadan bulaşıkları yıkayıverir.
Sözü nihayete erdirmeden bir başka tasarruf örneği de Ankara’dan verelim. Geçtiğimiz günlerde Rabbine kavuşan kıymetli büyüğümüz Rıza Çöllüoğlu hocaefendinin cenaze namazı Sami Efendi Külliyesinde kılındı. O büyük külliye, nasıl inşa edildi dersiniz? Ankaralı hanımların yapıp sattığı, gözlemeler, mantılar ile. Anadolu’nun birçok yerinde mantı destanını yazan hanımlar var. Siz de onlardan geri kalmayın. Ne verirsen elinle, o gider seninle.