![](resimler/makale/buyuk/353_110520172044_12800548.jpg)
Geçenlerde bir söz/duvar yazısı okudum. Diyor ki; hayatın boyunca eşeklik yapacağına, bir dönem inekle, sonra rahat et. Tabi bu epey açık! bir ifade. Daha güzeli şurada. Muhammed Ali, boks antrenmanlarından nefret ettiğini fakat o sıralarda kendisine şöyle dediğini anlatıyor: “Şimdi sıkıntı çek ve hayatının geri kalanını bir şampiyon olarak yaşa.” İşte budur, değil mi? Hayat bu.
Geçtiğimiz aylarda editörümüze ve yazı işlerimize yazımı gönderirken, bir de soru sordum. Dergimizin en ağır kanlı, yazısını en geç gönderen yazarı kim, diye. Tabi bu biraz bilip de bilmezlikten gelme sanatı ile süslenmiş bir soru idi. Nitekim editörümüzün cevabı “sormana ne gerek var? :)” şeklinde oldu. Fakat yazı işlerimizi bu konuda uyarmıştım. Editörden “yazınız nerede” sorusunu duymak bana iyi gelir, haberiniz olsun diye. Fakat tam aksine yazı işlerimiz de bu soruyu sormaktan hoşlanmayan bir mizaca sahip. Hal böyleyken sizin de gördüğünüz (aslında benim itirafımla fark ettiğiniz) şekliyle, yazımı yazmakta yine geç davranıyorum. Sanırım bir gün köşemde yazım yerine, “yazarımız bu ay yazısını öyle geciktirmiştir ki, baskıya yetiştirememiştir” şeklinde bir uyarı göreceğim. Böylelikle yazımı en erken gönderdiğim tarihi anı yaşamış olacağım. Geç gelip, baskıya giremeyen yazı, bir sonraki aya şimdiden hazır olacağı için.
Fakat geçenlerde ne oldu dersiniz? Bir proje üzerinde çalışıyoruz. Projeden bahsedildi ve ertesi güne yazı istendi benden. Çünkü vakit yoktu vs. Hay hay, yazıyı o akşam hazırlamaya çalışacağım halde en erken, ertesi günün sabah saatlerinde yazabildim. Fakat neticede vaktinde gönderilmiş oldu. Üstelik de beğenildi. Öyle olunca, projeye devam edip, ikici bölümünü de hazırlamak icap etti. O da ertesi güne.. sonra tekrar bir bölüm daha.. Fakat bünyeme aykırı, üst üste aynı proje için bu sıklıkla yazı yazmak. Bir iki gün gecikti sanırım yazı. Sonra tabi ağzımın payını aldım. Proje sahibi bu işi ciddiye almadığımı söylemesin mi bana?! Siz deyin buz gibi, ben diyeyim kaynar sular döküldü başımdan. Serde biraz inatçılık, gurur da var. Yok dedim, tabi ki ciddiye alıyorum ama siz biliyor musunuz evde çalışmak ne kadar zor! Bir çalışma ofisim yok. Benim yerime ütümü yapan, bulaşığımı yıkayan, evi süpüren biri de yok. Tabi bunların hepsini kendi kendime sayıyorum. Her ne kadar evde badana boya işlerinin temizliği de artı bu saydıklarım da olsa, içimde bir yer biliyor ki, bunların hiç biri mazeret değil. Zaten bunları saymama gerek kalmadan çözümü de söylüyor karşı taraf: Günde üç saat uyusan yeter, ben şu kitabımı bir haftada bitirdim, günde 5-6 saat yazarak… bir şok daha. Neyse ki proje sahibi bana şunu da söylüyor, ben sana bir günde bir aylık iş çıkartırım, bir ay rahat edersin. İşte diyorum, ben editörün, sert, haşin, hoyrat, mert, yazıyı söke söke yazardan alanını severim (söz meclisten dışarı).
Siz böyle rahat anlattığıma bakmayın. Kimi zaman ağırdan almak hayat için iyi olsa da, bir işi vaktinde teslim etmenin ferahlığı gibisi yok. Geciktirdikçe (ki bu genelde istenen bir şey değildir, mecburen! olur) kapanan hava misali, üzerinize bir sıkıntı, gam da beraber iniyor. Özellikle yapacağınız iş, yazacağınız yazı, sizin belirleyemeyeceğiniz bir rutinde sabit ise. Yani dönmesi gereken bir çark, devam etmesi gereken bir düzen var ve siz de o düzene uymak zorunda iseniz. Çünkü aslında bu yazıyı aylık periyotlarla yazacağınıza söz verdiğiniz anda, o düzenin bir parçası olmayı ve o düzene uymayı kabul ediyorsunuz demektir. Dediğim gibi, siz bunu bir dergiye yazı yazmak olarak düşünmeyin de, hayatınızın başka bir bölümündeki, vaktinde yetişmesi gereken işleri anlayın. Vaktinde namaz kılmak herhalde en somut örneğimiz olabilir. Sınavlara çalışmak ha keza ya da pazartesi başlanan diyeti, salı da devam ettirmek gibi.
Her yıl öss, oks gibi sınavların birincileri açıklandıktan sonra o çocukların ders çalışma şekilleri de sorulur muhakkak. Ben genelde merakla izlerim her sene. Başarısı şans eseri gelen bir öğrenciye hala rastlamadım. Hepsi az da olsa düzenli çalışmanın önemine değinir bir köşeden. Sosyal aktivitelerini de yer yer gerçekleştirdiklerini, hayattan kopmadıklarını fakat işi en başından sıkı tuttuklarını söylerler. Geçenlerde bir söz/duvar yazısı okudum. Diyor ki; hayatın boyunca eşeklik yapacağına, bir dönem inekle, sonra rahat et. Tabi bu epey açık! bir ifade. Daha güzeli şurada. Muhammed Ali, boks antrenmanlarından nefret ettiğini fakat o sıralarda kendisine şöyle dediğini anlatıyor: “Şimdi sıkıntı çek ve hayatının geri kalanını bir şampiyon olarak yaşa.” İşte budur, değil mi? Hayat bu. Topraktan iyi ürün çıkmasını istiyorsak, vaktinde terlemeye razı olmak zorundayız.
Hani editörün, yazıyı söke söke alanını severim demiştim ya, bakın aslında hiçbir zorlamada bulunmuyor gibi görünen editör de, yazarının bu gerçeği kendi kendisine fark etmesini sağlıyor olabilir. Vaktinde yazını gönder ey yazar, yoksa!