Yıl 2004. Frankfurt Kitap Fuarı’nda yayınevimizin standında bekliyoruz. Uluslararası bir kitap fuarına ilk kez iştirak etmenin heyecanı her halimizden belli. Gelene gidene kendimizi ve yayınlarımızı anlatmak için oldukça hevesliyiz. Ziyaretçiler arasında yüzü tanıdık gelenler oluyor, onlara ilgimiz daha bir belirgin. Yerimiz, Türkiye standının karşısı olunca çok da ziyaretçimiz oluyor. Medyatik isimler de var aralarında. Bir ara orada burada çokça ismini duyduğumuz, resmine aşina olduğumuz birisini gördüm, davet ettim. Yapmacık olmayan bir ilgi ile standın önüne geldi ve konuşmaya başladık. Hal hatırdan sonra kendilerini tanıdığımı ifade ettim, şaşırdı. Şaşkınlığı on dildeki kitaplarımızı, İngilizce ve Rusça dergilerimizi görünce daha da arttı. Bir ara gözlüğünün üstünden bakarak muzip bir ses tonu ile şunu sordu: “Kimsiniz siz bakayım?” Gülümseyerek neye varmak istediğini anlamaya çalıştım, bu arada o devam etti: “Nereden geliyor tüm bunların kaynağı?! Kolay dönmez çünkü bu tezgah...” Şaşırma sırası bana gelmişti demeyeceğim, şaşırmadım çünkü. Sadece tanıdık ve bildik bir zihin yapısı ile karşı karşıya olduğumu farkettim o kadar. Doğrusu biraz daha fazlasını beklemiyor değildim, çünkü karşımdaki şahıs bir araştırma merkezinin başında bulunuyordu ve isminin önündeki unvanı profesördü. Kaldı ki elin gâvuruna (şimdi bana da kızarlar mı gâvura gâvur dedim diye...) gariban Türkleri yani gurbetçilerimizi anlatmak için yıllardır uğraşıp duran bu zat tam da işi yüzünden sürekli ön yargılarla mücadele eden birisiydi.
Almanya’daki Türkiye Araştırmalar Merkezi Direktörü Faruk Şen’den bahsediyorum. Bu zatı ve onunla diyalogumuzu hatırlamamın sebebi geçtiğimiz günlerde Almanya’da hararetli bir tartışmanın merkezindeki isim olmasıydı. Şen, 1,5 ay önce yazdığı bir yazıdan ötürü işinden oldu. Çünkü Türkiye’deki antisemitik uygulamalardan yakınan İshak Alaton’a destek amacıyla kaleme aldığı bir yazıda şunları söylemişti: “Avrupalı Türkler olarak bizler, sizin bu ülke için ne kadar önemli olduğunuzu biliyoruz. Avrupa`nın yeni Yahudileri olarak, sizi en iyi Avrupa`da yaşayan 5 milyon 200 bin kaderdaşınız anlar. Türkiye`de belirli çevrelerin antisemitik yaklaşımları sizi üzmesin. Türk halkı ve Avrupa`nın yeni Yahudileri olarak bizler sizin arkanızdayız.” Ne insancıl bir yaklaşım değil mi? Yahudiler Şen’e teşekkür etti etmesine de Türklerin yeni Yahudiler olarak nitelendirilmesi Almanları çileden çıkarttı. Yani Şen bir anlamda istemeden de olsa baltayı taşa vurmuş oldu. Gelen siyasi baskılar neticesinde de tam 23 yıldır görev yaptığı merkezden ayrılmak zorunda kaldı.
Faruk Şen’in imalarla dolu sorusuna inanmayacağını bile bile yayınlarımızın kendi maliyetini karşıladığı anlamında “döndürüyor kendini...” dedim; hakikaten de öyleydi ama onun cevabıma gülerek mukabelesi tatmin olmadığının göstergesiydi. Aynen, kendi yazısından sonra “Aslında şöyle demek istemiştim” demesine karşılık Almanların bundan tatmin olmaması gibi...
Şen’i en iyi biz anlarız diyeceğim ama yapacağım her benzetmenin baş ağrıtabileceğinden şüpheliyim. Yine de öyle söyleyeyim de yukarıdaki anekdotla 23 senedir yapmaya çalıştığı hizmete reva görülen muamele arasındaki ilişkiyi çözmek size kalsın.