İbn-i Ömer -radıyallâhu anhümâ-; “Ben, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i şöyle buyururken işittim.” demiştir:
“Mü’min kıyâmet günü Rabbinin lütuf ve keremine o kadar yakın olur ki, Allah onu rahmetiyle halktan gizler ve günahlarını îtirâf ettirir:
«–Şu günahını biliyor musun, şu günahını biliyor musun?» der. Mü’min:
«–Biliyorum yâ Rab.» der. Cenâb-ı Hak da:
«–Ben bu günahlarını dünyada örtmüş gizlemiştim, bugün de bağışlıyorum.» buyurur. Bunun üzerine o kimseye hasenâtının kaydedildiği defter dürülüp verilir.” (Buhârî, Tefsîr 11/4, Edeb 60, Tevhîd 36; Müslim, Tevbe 52; İbn-i Mâce, Mukaddime 13)
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Mekkelilerin şiddet, inat ve eziyetlerinden uzaklaşarak kendisine destek verecek insanlar bulma ümîdiyle Tâif’teki akrabâlarına gitmişti. O tâlihsiz insanlar, Efendimiz’i kabul etmediler. Ayak takımına taşlatarak zor anlar yaşattılar. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- geri dönmüş, derin kederler içinde yürürken Cenâb-ı Hak, Cebrâîl -aleyhisselâm- ile Dağlar Meleği’ni gönderdi. Melek, ne isterse yapacağını, isterse oradaki iki dağı Tâiflilerin başına geçireceğini bildirdi. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz ise:
“–Hayır, ben Cenâb-ı Hakk’ın onların neslinden sadece Allâh’a ibâdet edecek ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayacak kimseler çıkarmasını dilerim.” buyurdu. (Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 7; Müslim, Cihâd, 111)