Mevlânâ Hazretleri, insanın iç âlemindeki sû-i zan, haset, kıskançlık gibi çirkin ve helâk edici vasıfları, müşahhas bir misâl ile şöyle hikâye eder:
Bir pâdişah, iki köle satın almıştı. Onların aklî ve kalbî seviyelerini tespit edebilmek için, ilk önce birinci köle ile sohbete başladı. Pâdişâhın sorularına, köle öyle cevaplar veriyordu ki, başkaları bu cevapları ancak uzun uzun düşündükten sonra verebilirdi. Pâdişah bu hizmetkârının bu kadar anlayışlı, zeki ve tatlı dilli olduğunu görünce çok memnûn oldu. Sonra diğer köleyi yanına çağırdı.
İkinci köle, pâdişahın huzûruna geldi. Kölenin rahatsızlıktan ağzı kokuyordu ve dişleri de bakımsızlıktan kapkara idi. Pâdişah, bu kölenin zâhirî durumundan (dış görünüşünden) pek hoşlanmadıysa da, yine de onun hakkında bilmediği hâl ve vasıfları öğrenmek için kendisiyle sohbete başladı:
“–Bu kılıkla, bu rahatsızlık veren ağzınla uzakta dur, fakat pek de uzağa git¬me. Önce ağzının derdine bir şifâ bulalım; sen sevimli bir kişisin, biz de hünerli bir hekîmiz. Seni hor görmek ve göz¬den düşürmek bize yakışmaz. Şöyle otur, bir iki hikâye söyle de aklının derecesini anlayayım.” dedi.
Pâdişah, daha önce konuştuğu ilk köleye dönerek:
“–Hadi! Sen de hamama git, bir güzelce yıkan.” dedi.
Arkadaşı gittikten sonra, konuşturmak istediği ikinci köleye hitâben, onu denemek için:
“–Senden önce sohbet ettiğim arkadaşın, senin hakkında kötü şeyler söyledi. Görüyorum ki, sen onun söylediği gibi değilsin. O hasetçi, neredeyse bizi sen¬den soğutuyordu. Arkadaşın senin hakkında; «O, hırsızdır; doğru adam değildir, kötülerle düşer kalkar, iffetsizdir.» dedi. Sen onun hakkında ne dersin?”
İkinci köle bu sözler üzerine pâdişâha:
“–Ben onun hakkında bunları diyemem. Bilâkis onun söz¬leri sebebiyle, kendimde böyle kusurların olabileceğini düşünüp hâlimi ıslâha çalışırım. Pâdişâhım! Belki de o, bende birçok ayıplar görmüştür ki, ben o ayıpların farkında bile değilim.” diye cevap verdi.
Pâdişah köleye:
“–O senin kusurlarını anlattığı gibi, şimdi sen de onun kusur¬larını anlat.” deyince, köle, pâdişâha şunları söyledi:
“–Padişahım! O benim gerçekten iyi bir arkadaşım. Onun kusurlarını söylememe benim gönül dünyam mânîdir. Onun için ben ancak şunları söyleyebilirim ki; onun kusûru, bence kusur değil, fazîlettir. Ben onda, sevgi, vefâ insanlık ve dostluk gördüm. Onun bir sıfatı da; cömertliktir, düşkünlere yardımda bulunmaktır. O öyle cömerttir ki, gerekirse canını bile verir. Kader arkadaşımın bir vasfı da, kendini beğenen bir kişi olmamasıdır. O herkesle iyidir, sâdece kendi nefsine karşı kötüdür.”
Pâdişah, bu cevap karşısında köleye:
“–Arkadaşını methetmede pek ileri gitme, onu överken de kendini övmeye kalkışma. Çünkü, ben onu imtihana çekerim de, sonra sen utanırsın.” dedi.
Köle bunun üzerine:
“–Hayır! Onu övmekte ileri gitmedim. O dostumun bütün huyları, söylediklerimden kat kat daha fazladır. Ben arkadaşımın vasıfları hakkında, sadece bildiklerimi söyledim. Fakat, ey kerem sâhibi pâdişâhım! Söylediklerime sen inanmıyorsun, ben ne yapa¬bilirim? İç dünyam, benim böyle söylememi îcâb ettiriyor.” dedi.
Öbür köle hamamdan dönünce, pâdişah onu huzûruna çağırttı. Ona:
“–Sıhhatler olsun; eksilmeyen nîmetlere erişesin. Fakat, arkadaşının söylediği kötü huylar sende olmasaydı ne güzel olurdu? O zaman güzel yüzünü gören sevinir, neşelenirdi. Seni görmek, bütün dünyâ mülküne değerdi.” dedi.
Köle dedi ki:
“–Pâdişâhım! O densizin benim hakkımda anlattıklarından birazcığını lütfen söyleyin!..” Pâdişah:
“–O, önce senin ikiyüzlülüğünü anlattı. Senin görünüşte devâ, hakîkatte belâ olduğundan bahsetti.”
Pâdişahtan bu sözleri duyan kölenin, öfke denizi kabardı, ağzı köpürdü, yüzü kızardı. Sonra da dedi ki:
“–O önceden bana dost idi, fakat ağzı bozuktu. Kıtlıkta kalmış köpek gibi, pek çok zaman pislik yerdi.”
Arkadaşını çekiştirmek için, köle böyle çan çan ötmeye ve iç âlemindeki çirkinlikleri birer birer ortaya dökmeye başladı. Bunun üzerine pâdişah; “Artık ye-tişir!” diyerek elini onun ağzına götürdü ve ona hitâben şöyle dedi:
“–Bu imtihan sâyesinde, ikinizin arasındaki farkı görmüş oldum. Onun, sâdece maddî bir rahatsızlıktan dolayı ağzı kokuyor. Fakat senin rûhun kokmuş! Ey rûhu kokmuş kişi, sen uzakta dur. Arkadaşın sana âmir olacak, sen de onun emrinde bulunacaksın. Ondan edeb, insanlık ve konuşmayı öğren! Onun fazîletinden ibret al. Sû-i zan ve hasedi terk et. Sen bu kötü vasıflarla, beline taş bağlanmış bir zavallı kişisin; bu taşla ne yüzebilir ne de yürüyebilirsin.”
Arkadaşı hakkında hüsn-i zan besleyen köle, fazîletlerin zirvesine sâhip olduğu için maddî ve mânevî lutuflara mazhar oldu. İşin hakîkatini öğrenmeden sû-i zanna kapılan ve öfkelenen diğer köle ise, gözden ve gönülden düştü, hüsrâna uğradı.
Sözün özü, insanlara karşı güzel duygular içinde bulunabilmek, mahlûkâta Hâlık’ın nazarıyla bakabilme fazîletinin bir meyvesidir. İnsanların iyiliğini istemek ve onların güzel yönlerini görebilmek, Cenâb-ı Hakk’ın rızâsına, kulların da muhabbetine vesile olan önemli bir haslettir.