Ayşe Eraslan
Seni düşünüyorum… Zengin ve çok güzel bir kadınsın… Büyük evinde oturmuşsun, yanında cariyelerin belki arkadaşların var.
Suriye’den dönen ticaret kervanın hakkında, Meysere’den bilgi alıyorsun. Meysere anlattıkça gözlerin ufuklara dalıyor. Çünkü sen de ‘bekleyenlerden’ sin. Biliyorsun ve hissediyorsun ki, içinde yaşadığın karanlık çağı aydınlatacak bir Nur gelecek.
Biraz sonra O geliyor. Kervanını emanet ettiğin el-Emin. Ne kadar kazançlı bir ticaret yaptıklarını anlatıyor. Fakat senin dikkatin anlatılanlardan çok anlatanın üzerinde. Daha sonra, uzun eteklerini Mekke’nin tozlu sokaklarında sürüyerek, kuzenin Varaka’ya gidiyorsun. Kırk yaşında olduğunu söylüyorlar ama bence çok daha genç gösteriyorsun. Yürüyüşün vakur ama mağrur değil. Aralarında yaşadığın, dünyevileşen cahil halkın bile sana Afife ve Tahire diyor. İffetli ve tertemiz. Bu yüzden kocanın ölümünden sonra şehrin ileri gelen zenginlerinden sürekli evlilik teklifleri geliyor. Ama sen hiç birini kabul etmiyorsun. Çünkü teyakkuzdasın. Çünkü gönül gözünle görüyor ve hissediyorsun ki artık bir şeyler olacak…
Heyecanlısın. Varaka’ya rüyalarını ve şahid olduklarını anlatıyorsun. Varaka; ‘Eğer bu doğruysa Hatice’ diyor, ‘Muhammed (s.a.v.) kavmimize gönderilen peygamberdir.’
Dönerken gözlerin yerde gülümsüyorsun. Gülümsemen, gönderdiğin elçi müsbet bir cevapla geldiğinde daha da artıyor. O(s.a.v.) geldiğinde ise şöyle diyorsun; ‘Ey amcaoğlu… Seni güvenilirliliğin, doğru sözlü ve güzel huylu olduğun için seviyorum.’
Evlilik teklifi önce ‘kız tarafından’ geliyor. Öylesine kararlı, ne istediğini bilen ve kendinden emin bir halin var ki…
İsminin anlamının ‘vaktinden önce, erken doğan kız çocuğu’ olduğunu söylüyorlar.
Yoksa bu, kendisine eş olacağın Sevgili’den on beş yıl önce doğduğun için mi? Kutlu evlilik gerçekleşiyor. Bundan sonra O’nun (s.a.v) sadece eşi değil aynı zamanda en yakın arkadaşı ve dostu oluyorsun. Gıptayla bakılıyor evliliğinize. Çünkü nikâh akdinden sonra birçok kişi sadece karı-koca olabiliyor. Arkadaş, dost, sevgili olmayı başaramıyorlar ne yazık ki.
Biliyorum ki yaşadığın sıcak iklimde kız çocukları erken gelişiyor. Buna göre kadınlar erken yaşlanıyor olmalı. Sen ise buna rağmen kırk yaşından sonra altı çocuk dünyaya getiriyorsun. ‘Artık benden geçti, yoruldum, biraz kendimi dinleyeyim, dinleneyim, rahatıma bakayım biraz.’ demiyorsun. Ne kadar güçlüsün, ne kadar cesaretlisin…
Bütün varlığın artık aynı zamanda O’nun. Senin malın benim malım değil ‘bizim’ oluyor her şey. Siz, çocuklarınız, Ali ve Zeyd’de katılıyor ailenize. Yaşanan kayıplara ve acılara rağmen ne mutlu bir yuva… Biliyorum, şikâyet etmiyorsun, surat asmıyorsun, başa kakmıyorsun, laf ile incitmiyorsun, biliyorum. Sevgili eşin, kendisini üzen bir söz işitince sana döndü mü, mutlaka teselli verip, kederini unutturuyorsun.
Sonra bir gün O (s.a.v), Hira Dağı’ndan telaşla dönüyor. ‘Beni örtün, Beni örtün…’ diyor. Sen; ‘Ne oldu? Ne var? Bu halin ne? Anlatsana ya!’ demiyorsun. Sessizce O’nun üzerini örtüyorsun. Zaten biraz sonra sakinleşince her şeyi anlatıyor sana. Ne kadar metanetlisin, ne kadar kâmilsin.
İlk iman eden sen oluyorsun. Senden sonra kimliğini arayan kadınlar için ne büyük şeref. İlk iman eden; bir kadın.
Sonra bir gün, Resulullah (s.a.v.), sana; ‘Ey Hatice, işte Cebrail, sana Rabbinden selam getiriyor’ diyor. Eminim yüreğin yerinden çıkacakmış gibi oluyor, gözlerin kocaman açılmış bir an öyle şaşkın k alıyorsun. Sonra yanakların kızarıyor, gözlerini mahcubiyetten yere çeviriyorsun ve ‘Allah Selamdır, selam da O’ndandır, selam Cebrail’in üstüne olsun.’ diyorsun. Selam Allah’ın ismidir, mahlûkata selam verilir ve Rabbinden gelen selama böyle karşılık verilir, biliyorsun. Fazilet ve edeb senin üzerinde şekilleniyor.
Boykot günlerinin sıkıntılarını yaşıyorsun kalabalık ailenle. Şikâyetin yok, kadınca kaprislerin yok. Biliyorsun gerçek dostluk zor günde belli olur. Gerçek sadakat yok gününde ortaya çıkar. Hakiki muhabbet böyle günlerde anlam kazanır.
Ve hüzün yılı geliyor. Resulullah biricik eşini, en yakın arkadaşı ve danışmanını ahirete yolcu ediyor. Ali ve Zeyd dâhil bütün aile annesiz kalıyor…
Sen cennet arkadaşların Hz. Meryem ve Hz. Asiye’nin yanındayken, Resulullah senin ardından şöyle diyor; ‘Onun gibisi var mıydı? İnsanlar beni inkâr ederken, o inandı, herkes beni tekzib ederken o tasdik etti. Herkes bana haram ederken, o malıyla benim için harcadı. Allah onun vesilesiyle bana çocuk nasip etti…’
Sen hep en sevilen oldun, öyle kalıyorsun. Hep özlemle yâd ediliyorsun. Seni görmeyen bile en çok seni kıskanıyor. Kitaplar hep faziletinden, kemalinden, şerefinden bahsediyor. Hayatın, Allah’ın rızasını, yuvasının mutluluğunu, dünya ve âhiretin huzur ve saadetini düşünen bütün annelere örnek gösteriliyor.
Senin gibi olabilir miyim, sana benzeyebilir miyim? Ah ahir zaman… Ah nefs ve şeytan ve bütün geçersiz mazeretlerim… Bir çakıl taşının bir yıldız olması ne kadar zor. Ama güzel bir çiçeğin, naylondan yapılmış taklidine de çiçek diyorlar. Sendeki bir güzel hali taklit etmeye çalışmak, bir ömre değer kazandıracak.
Ey gözlerimi kamaştıran Yıldız. Sana yetişemesem de emin olduğum bir şey var. Sen En Sevgili’nin en yakınıydın. O (s.a.v.) seni çok seviyordu. Ve ben… Ben de seni çok seviyorum. Ve Rabbimden, bu muhabbetin naylon çiçeğe bir anlam kazandırmasını diliyorum.