Halkın önüne düşenler, mutlaka izlenirler ve halkın çoğu, meselelerin arka planını değil, gördüğünü hatırlar. Çünkü düşünme melekesi zayıftır kitlelerin. Sadece izler ve sever insanlar. Veya izler ve nefret eder. Sorgulamaz. Sorgulatmaz. Yorumlamaz. Böyle bir anlayışın viran edeceği hudutları varın siz düşünün!
Şeyh Sâdî-i Şirâzî, çok güzel bir hikaye anlatır Gülistan’da:
“Nûşirevan ava çıkmıştı. Adamlarından birinin şansı yaver gidiyordu, semiz bir geyik avladı. Geyiği pişirirken tuz olmadığını fark ettiler. Hizmetçiden en yakın köye gidip tuz getirmesini istediler.
Adam giderken onu Nûşirevan çağırdı, bir miktar para vererek tembih etti:
- Bunu al, tuzu bedeliyle al. Böylece devletin parayla tuz alması bir gelenek olsun, köylü perişan olmasın.
Oradakiler şaşırdılar:
- Bir parça tuzdan ne çıkar ki? dediler.
- Zulüm başlangıçta az idi, diye konuştu Nûşirevan; her gelen bir şey kattı, büyüdü büyüdü, bugünkü şiddetine ulaştı.
Sultan halkın bağından bir elma yiyince, adamları ağacın kökünü söker.
Bir yumurta alarak zulmü başlatan padişahın, askeri bin tavuğu şişe geçirir.”
* * *
Sâdî üstadımızın bu hikayesi, halk kitlelerinin itaat anlayışını yansıtıyor: Hep haddi aşış; hep ileri gidiş. Gerçi Sâdî burada olumsuz bir geleneğin oluşma şeklini dile getirmiş, ama sevgi temelli bağlılıklarda da aynı şeyi görmek mümkün. Hatta biz buradan genel bir hüküm bile çıkarabiliriz: “Halk, peşinden gittiği lideri taklit eder ve mutlaka bu taklitte aşırıya kaçar”. Zulüm için de bu böyledir, sevgi için de, topyekun anlayış ve kavrayış için de.
Halkın önüne düşenler, mutlaka izlenirler ve halkın çoğu, meselelerin arka planını değil, gördüğünü hatırlar. Çünkü düşünme melekesi zayıftır kitlelerin. Sadece izler ve sever insanlar. Veya izler ve nefret eder. Sorgulamaz. Sorgulatmaz. Yorumlamaz. Böyle bir anlayışın viran edeceği hudutları varın siz düşünün!
* * *
Siyaset için öne geçersiniz örneğin. Kraldan çok kralcılar türer etrafınızda. Sizin adınıza, sizden çok, sizi düşünenler çıkar. Emrinize amade olan insanlar etrafınızda dolaşmaya başlar. Samimi olanı da gelir bulur sizi, menfaatine tapınan da. Derken, sözleriniz, yorumlarınız, anlayışınız, hükmettiğiniz ülkede genel kanaat haline gelir, eğer güçlüyse eliniz.
“İslâm ortak pazarına inanmıyorum” dersiniz. Bunu, “Müslümanlarla iş yapılmaz” olarak anlar insanlar. Önleyemezsiniz.
“Her dine eşit uzaklıktayım” dersiniz siyaset icabı, bu “İslâm’la Hıristiyanlık aynı şeydir” olarak anlaşılır. Yoktur başka çaresi.
“Avrupa Birliği, Türkiye’nin olmazsa olmazıdır” dersiniz. İslâm dünyasını alternatif olmaktan çıkarır insanlar ve sizin gösterdiğiniz ‘olmazsa olmaz’ı mutlak doğru olarak benimsemeye başlarlar.
“Din üzerinden siyaset yapmayacağız” dersiniz. Sizin alt kadrolarınız bunu, dinle siyasetin birbirinden ayrılması şeklinde yorumlayabilirler. Derken, dînî hassasiyetlerin ‘kamusal alan’ dışında tutulduğu bir ‘tarz-ı siyaset’ yerleşebilir. Engel olamazsınız.
Velhasıl, konuştuğunuz her şey, insanlara yön vermeye başlar. En vahimi de nedir, bilir misiniz? Bir zaman sonra, sizin yorumlarınız aşılmaz ilan edilir sessiz-sedasız. İnsanlar size mutlak kurtarıcı gözüyle bakmaya başlar. Yanlışlarınız bile doğru kabul edilir. Öyle şeyler yaparsınız ki o zaman, içinden kopup geldiğiniz hareketin hatalarına rahmet okutacak kırılmalarınız olabilir. Ve etrafınızda sizi uyarabilecek kimse kalmaz. Uyaracak olanların da yüreklerinde hal kalmamıştır çünkü. İşte bundan sonrası, mutlak çöküştür…
* * *
İnsanoğlu garip bir varlık gerçekten.
Sevgisinde de garip, nefretinde de.
İlgisinde de garip, ilgisizliğinde de.
Peşinden gittiği insanları örnek alma ve onları aşmama derdiyle bağlılığını sürdürme konusunda da üstüne yok insanoğlunun.
Oysa, en büyük tehlike, sevdiğimi aşmayayım derken, gayelerin saptığını görememek ve asıl bu şekilde onu aşmak... Sevdiğimi aşmayayım, edebimi muhafaza edeyim diye çabalarken, önde yürüyen insanın yolunu yanlış temsil etmek ve onu yanlış tanıtmak asıl yanlışlık...
* * *
Öne geçmek bir dert. Arkada kalmak ise ayrı bir dert.
Bu ikisinin ortası da var elbette. Önlerine düşmeden insanları yönlendirmek de mümkün. Sözlerinizle, davranışlarınızla, anlayışınızla yön vermek mümkün kitlelere. Arkada kalmadan itaat etmek de mümkün. Ve mümkün, sevileni lâ yüs`el` bir makama çıkarmadan sevginin tadı çıkarmak. Ama bu kavrayış seviyesini bulabilmek çok zor. Hele de, ölçüsüzlüğü ölçü kabul eden bu kadar çok insan varken…