Nedim Kaya
1990’larda bulunduğum Azerbaycan’da bir şişe kolanın -ithal edildiği halde- Türkiye fiyatının dörtte birine bizi hayrete sürüklüyordu; çünkü bu ücret yol parasını bile karşılamayacak bir miktardı. Şimdilerde Türkiye’den daha pahalıya satılan kola acaba o promosyonu uygulamasa bugün Azerbaycandaki mevcut sağlam tahtına oturmuş olabilir miydi? Hollywood filmleri de aynı taktiği uyguluyor olabilir mi acaba?
Time dergisi “Mart 17, 2008” sayısında bir dosyasını mesaj içerikli Hollywood filmlerinin insan davranışları üzerindeki etkilerine ayırmış. Dergi bu konuda gündemi etkilemiş filmlerden birkaçını örnek göstererek etkileri hakkında tahlilde bulunmuş. Time her ne kadar sonuçlar konusunda hayal kırıklığı alametleri gösterse de bu daha çok patlama bekleyen tüccarın az karla yetinmesi mesabesinde bir yaklaşımın sonucu.
McDonalds’lardaki dengesiz beslenmeyi konu edinen ve bir ay boyunca sürekli olarak ve sadece McDonalds ürünleri tüketen bir vatandaşın yaşadığı sağlık sorunlarını tıbbi tahlillerle belgeleyen “Super Size Me” -galiba bizde de “Beni Şişir” diye gösterilen film- mesela; Amerika’da 11,5 milyon dolarlık bir hasılat elde etmiş. Sonuç olarak McDonalds menülerine salata eklemiş ve süper boy menüleri kaldırmış. Gerçi bozuntuya vermemek için “biz zaten menüleri değiştirecektik” diye açıklama yapmışlar ama kim inanır? Daha önce 9/11 ile Bush yönetiminin tozunu dumana katan Micheal Moore sağlık politikasını konu alan “Sicko” ile Demokrat parti adaylarının konuyu seçim propagandalarının baş sırasına taşımasına epeyce yardımcı olmuş. Ama şüphesiz belgesel cephesinde en büyük etkiyi eski ABD başkan adaylarından Al Gore’un hazırladığı “An Inconvenient Truth” göstermiş. Global ısınma ve dünyamız üzerindeki etkilerini anlatan belgesel çekingenlik göstermese Al Gore’u tekrar başkan adayları arasında şanslı konuma getirebilecek kadar kamuoyu oluşturmuştu.
2004 yılında 370 Milyon dolar hasılat elde eden ve Mel Gibson’u Yahudilerin hedefi haline getiren “The Passion of the Christ-İsanın Çilesi” filmi pek de beklenen etkiyi göstermemiş! İzleyenlerin yüzde birinden azı film sayesinde Hristiyanlığı seçmiş. İzleyen her 100 kişiden 18’i ise dini hayatlarının bazı boyutlarında değişiklikler olduğunu örneğin düzenli olarak kiliseye gitmeye başladıklarını ve daha çok ibadet etmeye başladıklarını belirtmişler. “Böyle başarısızlığa can kurban” dediğinizi duyar gibiyim.
Aslında yukarıda örnekleri verilen mesaj içerikli filmler “Harry Potter” veya “ Yüzüklerin Efendisi” gibi gişe canavarlarının yanına yaklaşamıyor olabilir ama bu filmleri izleyen nitelikli kitlenin de mesaj alma bakımından “anteni açık” grubuna girdiklerini unutmamak gerek. Afganistan’daki uçurtma yasağını irdeleyen “The Kite Runner- Uçurtmacı” filmini izleyenlerin ceplerine davrandıklarını biliyoruz. Fakat Time’ın haklı olarak teşhis ettiği gibi bu mesajların hassas olmayan kitlelere etkisi o kadar da olmamış ve olamaz da. Özellikle konu para ve lüks harcama olunca insanların rahatını bozması mümkün olmuyor. Örneğin Leonardo DiCaprio’nun başarılı bir oyun sergilediği “Kanlı Elmas” filmini seyrettikten sonra mağazalara müracaat edip aldıkları elmasların illegal zulüm çarklarından elde edilmediğine dair belge isteyen çiftlere pek rastlanmamış.
Yine de bir film seyrettim belli bir olay hakkında fikrimi değiştirdi diyenlerin oranı yüzde 30 iken, seyrettiği filmden dolayı bağışta bulunanların oranı yüzde 20 ve mesaj içerikli bir film yüzünden oyunun rengini değiştirenlerin oranı yüzde 10. Bunlar aslında burun kıvırılacak oranlar değil.
Mesaj içerikli filmlerde hal böyleyken hiç bir mesaj kaygısı içermeyen filmlerin de mesaj vermediklerini kim iddia edebilir? 90’lardan sonraki eski Sovyet cumhuriyetlerinin TV’leri bugün en son Hollywood filmlerini vizyona girdikleri zamanla aynı anda gösteriyorlar. Kopya koruması konusunda hapis cezalarına varan müeyyideler uygulatan film şirketleri nedense bu ülkelerde seslerini bile çıkarmıyorlar. Acaba bunun altındaki nedenler nedir?
1990’larda bulunduğum Azerbaycan’da bir şişe kolanın -ithal edildiği halde- Türkiye fiyatının dörtte birine bizi hayrete sürüklüyordu; çünkü bu ücret yol parasını bile karşılamayacak bir miktardı. Şimdilerde Türkiye’den daha pahalıya satılan kola acaba o promosyonu uygulamasa bugün Azerbaycandaki mevcut sağlam tahtına oturmuş olabilir miydi? Hollywood filmleri de aynı taktiği uyguluyor olabilir mi acaba? Ayrıca 70 yıl kapitalist dünyadan mahrum kalan bu ülkelerde “ Dünya yürüdü biz yaya mı kaldık?” aceleciliği ile akşam filmde gördüğü kıyafeti, kültürü sabah taklit eden ciddi bir kitle oluştu. Özellikle Rusya’da toplumun ezici bölümü bu erozyonla sürüklendi. Bu kitleler filmlerdeki giyim kuşam tarzının ve kültürün, anavatanı olan Amerika’da bile epey aşırı kaçtığını nereden bilebilirlerdi ki? Neticede Amerikalılar bile “film filmdir, gerçek hayat gerçek hayattır” yaklaşımı ile eşofmanlarını giyip daha mütevazi bir yaşam tarzını sürdürürken “mesaj kaygısı olmayan!” filmleri izleyen biz uzaktakiler mesajı aldık anlaşılan.