Yeni Samiri’ler doğdular... ‘’Altın Buzağı’’ yok mu sanki? Çok daha tehlikelileri her gün yapılıyor. Her gün bir Samiri, kendi yaptığı altın buzağıdan sesler çıkararak sürülerce insanı kendi peşine takıp, ateşin en orta yerine kelebekler misali uçup, yanıyorlar... ‘’Bilim’’den bahsediyorum. Bizim yüzyıllar önce ‘’boşadığımız’’ bilimden...
“(Tur’a giden) Musa’nın arkasından kavmi, ziynet takımlarından, böğürebilen bir buzağı heykelini (tanrı) edindiler. Görmediler mi ki o, onlarla ne konuşuyor ne de onlara yol gösteriyor! Onu (tanrı olarak) benimsediler ve zalimler oldular.” (Araf, 7/248)
Her duyduğumda düşünmeden edemiyordum. ‘’Bir insan güruhu, başlarına gelen yedi mucizeyi, denizin yarılışını, gökten bıldırcın ve kudret helvasının yağdırılmasını ve içlerinde Hz. Musa ve Hz. Harun peygamberlerin bulunmalarını gözleriyle görüyorlarken; nasıl da peygamberlerinin Tur dağına kırk günlük ziyaretlerinde, ‘’altın bir buzağıya’’ tapabiliyorlardı?’’
Garip geliyordu... Nisyan isyanı bu kadar çabuk doğurabilir miydi? Peki bu kadar kısa sürede böyle bir unutkanlık insanda nasıl peydahlanabiliyordu? Belli ki, gerçekten müthiş bir sınavdı. Kendi altın takılarını eriterek yaptıkları altın buzağı, gerçekten de onlara çok ilginç gelmiş olmalıydı. Allah’a inananları puta tapmaya yönlendiren Samiri, altın buzağıdan her seferinde ilginç bir ses çıkardıkça, ‘’ilahi ses ve nefese’’ aç olanlar bir anda Firavun’un yanında denizde boğulmaktan kendini alamıyordu...
Hadisenin üstünden yüzyıllar geçti... Yeni Samiri’ler doğdular... ‘’Altın Buzağı’’ yok mu sanki? Çok daha tehlikelileri her gün yapılıyor. Her gün bir Samiri, kendi yaptığı altın buzağıdan sesler çıkararak sürülerce insanı kendi peşine takıp, ateşin en orta yerine kelebekler misali uçup, yanıyorlar...
‘’Bilim’’den bahsediyorum. Bizim yüzyıllar önce ‘’boşadığımız’’ bilimden... Ayırınca bilimi ilimden, şimdi uzaklardan her ses duyulunca, nasıl da koşuyor insanlar öbek öbek...
Her gün yapılan yeni bir keşif, yaratanı gösteren binlerce delile bir ayet olarak ekleneceği yerde, kâşifin ya da bilimsel gelişmeyi duyuran insanların dillerinde, Samiri’nin haykırışlarına dönüşüyor sanki. Her bilimsel gelişme bir altın buzağı oluyor. Öyle ki, kırk gün dahi çok uzun süre şimdi; bir günde insanları imanlarından alabilecek şekilde bilimsel ‘’ayetleri’’ altın buzağının ‘’böğürmesi’’ gibi sunuyorlar. Artık nisyan, saatlerle ölçülüyor bilim dünyasında. Bilim, Allah’ı merak etme, daha çok sevme ve hikmetin en derin dehlizlerine ulaşarak Karun hazineleri gibi ilahi zenginliklere ulaşmak yerine, manadan ve marifetullah gayesinden uzakta basit bir altın buzağı haline getiriliyor.
BİLİM’E TAPTIRAN DİN, SCIENTOLOGY...
Caddeden geçerken gözlerime bir kilise takıldı. Scientology Kilisesi... Hristiyanlıkla herhangi bir ilgisi yok; ama aynı zamanda bütün dinlerden inananlara kapılarını açtıklarını söyleyerek kendilerini tanıtıyorlardı. Dünya üzerinde birçok ülkede onlarca ‘’tapınakları’’ olduğunu belirten araştırmalar, milyonlara ulaşan ‘’inanlara’’ sahip olduğunu açıklıyorlardı... Bir bilim dini (!) düşünün. Her türlü -bilimsel olarak zararlı olduğu ispatlanmış- davranışları, kendi ‘’kitaplarında’’ ahlâk olarak tanımlamış ve insanlara Amerika’da, Avrupa’da ve hatta Afrika’da anlatıyorlardı. Scientology inanışıyla, hiç kimsenin kendine veya başkasına zarar vermemesi gerektiğini ‘’tebliğ’’ (!) ediyorlardı. Scientology kilisesinin hemen girişinde bilim gösterimleri yapılırken, ilk ayetimiz olan ‘oku!’ emrinin cami girişlerine halen sokulamadığını yüzüme çarpıyordu sanki.
Açıklamalarına daldıkça, çıkamıyorduk. Çünkü dinin ‘’özünü’’ (Allah’a imanı) bulamamış her insan, gayet bu yorumlara açık ve savunmasız olacaktı. Bilim dinine inanların ağızlarından düşürmedikleri cümleler, yüzyıllardır Kur’an ayetlerinde yazılıyken; ehli kitap bütün dinler ‘’dogma’’ olarak nitelendiriliyordu. Bununla birlikte, alanlarında uzmanlaşmış ve en elit insanlardan başlayıp ‘’bir kişiyi bin kişi kadar etkili kabul ederek’’, ihlasla kendi inançlarına davet ediyorlardı. Belki Müslüman ahlâkına sahiptiler; ama ‘’Allah’ı anmayan ve Yaratan kabul etmeyen bir din (emir ve buyrukları kabul etmeyip, boyun eğmeyince)’’ kime teslim olacaktı ve kime tapacaktı? İnsanın cüz’i iradesini küllî irade kabul edip, sonsuz bir varlık gibi kendi kendilerine taptırmalarından başka...
Demek, bize tefekkürün 21. yüzyıl stili lazımdı. Demek, bizim de her geçen gün aydınlatılan bir bilimsel bulgunun, İslam’ın manası ile nasıl yorumlanması gerektiğini öğrenmemiz lazımdı. Bir tarafta ‘’Aklın tapınakları’’ kurulurken; diğer tarafta Kur’an ayetlerini ‘’ispatlamaya’’ (!) çalışan ve her bilimsel keşfin ardından ‘’bakın, ayetler haktır!’’ diyenlerden farklı bir üsluba ihtiyacımız vardı. Sadece akla veya sadece kalbe değil; her ikisini aynı nağmede buluşturup, Kur’an diliyle ‘’akleden kalplere’’ hitap edecek, bilim insanı hatipler yetiştirmemiz gerekiyordu...
BİLİM’İ DERT EDİNENLERİN ÇİÇEĞİ, GENÇ BİLİM...
GENÇ Bilim’i duyurduğumuz günden itibaren tam iki sene geçti. Türkiye’nin farklı şehirlerinde, birbirlerini hiç tanımayan, bilimin merak ve hayret kuşağına girmiş her insana kapımızı sonuna kadar açarak her kardeşimizi davet ettik. Diğer yandan, kendi alanlarında bilim dünyasında başarılar elde edecek onlarca liseli, mezun, üniversiteli, öğretmen, eczacı, Yüksek lisans ve doktora yapan kardeşlerimizle bir araya gelerek hâlâ büyümeye devam ediyoruz. Kardeşlik düsturu içerisinde yardımlaşarak ve yapıcı eleştirel yorumlardan ayrılmadan, farklı alanlardan bilimsel gelişmeleri kendi içimizde düşünüp, istişare edip ve tefekkür ederek aynı akleden kalp frekansını yakalamaya çalışıyoruz. GENÇ Bilim, kesinlikle yazılar yazmak üzere doğmadı. Ancak hayatının amaçlarını farklı kalplerde aynı istikamette buluşturabilmek için şu an kardeşlerimizle bilimi yeni bir üslupla yazmamız gerektiğine inanıyoruz. Bilimsel gelişmeleri üçüncü şahıs olan ‘’popüler bilim’’ dergilerinden değil; araştırmaların yayınlandığı makalelerden yani ilk elden alarak, bilimin ‘’BİZCE’’sini yazıyoruz. Uzun yıllara endeksli kısa, orta ve uzun vadeli planlarımızı geliştirirken; kardeşlerimizle adımlarımızı sağlam atıyoruz.
Çok değil, birkaç yıl içinde bütün kardeşlerimiz kendi alanlarında en iyi mevkilere ve ünvanlara kavuşacaklar. İşte vakt-i merhunu geldiğinde, kardeşlerimizin bilim dünyasındaki usül, üslup ve diksiyonlarına 21. yüzyılın marifetullah ve tefekkür kodlarını dantela gibi işleyebilmek için GENÇ Bilim’i kurduk.
Bizim derdimiz ilkin ‘’Biz’’ olmak. Bilim’i hiç görmediğimiz bir yakınımızı kendi evimize davet eder gibi değil; Allah’a iman deryasına hayret, heyecan, mana ve muhabbet yelkenleriyle her daim açılmak ve açılmayı öğrenebilmek amacıyla akleden kalplere aşılıyoruz. Ve bizimle olan bütün insanlara bu nağmeleri aktarabilmeyi niyet ediyoruz. Bizimle aynı heyecanı paylaşan herkesi, nerede ve kim olursa olsun, GENÇ Bilim kardeşlik kervanına davet ediyoruz.
Çünkü, istikbalde bilimi Türkiye’de ve dünyada geliştirecek olanlar, zamanın ‘’Akleden kalpleri’’ olacak inşallah...