Ey çocuk! Toprağını kirletmeyeceğimi bilseydim “beni tabuta koyma” derdim.
“İpi yağla, baltayı bile, kurşunu sür cellât!” diye bağırsam, bir erkeğin ağzından dökülmediği için, bu sözlere kimse kıymet vermeyecektir. Hohladığı cam üzerine kalp çizip, birilerine yakalanma endişesi de duyarak kalbi bir silaha ya da bir parti amblemine çeviren baylar varsa; yazılarını kurşunlarla doldurduktan sonra yırtıp atan ve boş sayfaya ufak bir çiçek resmi yaparak hiçbir şey yazmamış gibi yapan bayanlar da vardır. Bu yazının da sonunda bir çiçek resmi yapılacak ve akıbeti editöre bırakılacaktır.
İnsan sürekli etrafına duygularını saçarak, ruhundan bir şeyler bırakarak yaşar. Tıpkı vücudunun etrafındaki epitel tabakayı dokunduğu her eşyaya bırakması, konuşurken havaya bir tutam tükürük saçması, bir saç teli bir deri döküntüsü de olsa geçtiği yerlere bedeninden bir parça bırakması gibi…
İnsanın; elinden hayrın ikamesi ve şerrin defedilmesi ya da iyi-kötü ayrımını yapabilen erdemli bir insan olma durumu gelmediğinde etrafına yayacağı tek şey “öfke” olacaktır çoğu zaman.
Bilirim hüzün kadına, öfke de erkeğe yakıştırılır. Çünkü hüzün de kadın gibi sessiz, naif, incedir. Öfke ise kabadır, ağırdır.
Ama…
Ya kadın artık saksısında boy veren hercaileri gözyaşına şahit tutmaktan bıkmışsa, ya ay ışığı ve papatya volkanlar püskürten ruhuna bir dinlence değilse.. ya kadın duaları oksijen gibi içinde gezdirirken, o oksijen cıvalaşıp çıkıyorsa dudağından, mum ışığına, kurutulmuş son bahar yaprağına ya da sandığındaki lavanta torbasına her baktığında “solmuş çocuk yüzlerinden sanrılar” görüyorsa… Ne yapacaktır kadın? Amacı kendinden menkul kekler yapıp; bastırdığı öfkesine bir sus payımı verecektir? Bir örgü örme seansına girip dinlediği yalanları, okuduğu saçmalıkları elindeki dantelâya mı hapsedecektir?
İnsanlar her şeyi kendilerinden ibaret görünce, bakış açıları, sulandırılmış benlik tortularına dönüşüyor. İnsanlar simit yerken insanları simit yiyen ve yemeyen diye ikiye ayırırlar, âşıklarsa âşık olan ve olmayan diye, dolaplarını yeniliyorlarsa dolapları kendininkine benzeyen ve benzemeyen diye… İnsan neyi dert edinmişse hayat ona o delikten muamele eder. Bugün öfkeliyim ve insanları öfkeli olan ve olmayan diye ikiye ayırıyorum ve şu an içimde cılız bir ışık gibi duran öfkeyi anlatmak için ona kelimelerden bir fanus giydiriyorum:
İpi yağla, baltayı bile, kurşunu sür cellât!
Bir mahkûmun el yazısı ne işe yarar deme ey karşısında mahcup ve yılgın olduğum çocuk! Bu gün adım “isyan bloğu”; güçlü florasan ışıklarını donuk mumlara çevirdim. En güzel renkler bile lekedir öfkenin ışığında biliyorum. Ama renkler de bakır taşında, bitki kökünde bu kadar canlı durmazlardı eskiden. Kokular ve cisimler arasındaki bağlantı kopuk; bu yüzden her yer açlık ve barut kokuyor. Aç çocukların yüzlerindeki çıkıntıların değil, girintilerin sebebini sorgulamak ve bunu yaparken sorgulanmaktan korkmak mengenenin iki ucu gibi; gevşerse düşerim, sıkarsa ezilirim!
Ağrıyan bir eli sıcak kül ile ovmak gibi bu öfke! Acıyı dindirirken ruhu kirletir…
Anahtarı çıkar, parmaklıkları kontrol et, zinciri hazırla gardiyan!
Bir zanlının tövbesi ne işe yarar deme ey karşısında suçlu ve mahcup olduğum çocuk! Bu gün adım “öfke bloğu”; çelik parlak kasaları küflü ahşap dolaplara çevirdim. Parayla satın alınamaz çünkü en değerli olan ve en değersiz olan! Gecenin sarkık ipine mandallanmış bu ıslak öfkeyi kim görecek deme; zulümle uyutulmuş mahzun bedenleri kim yeniden diriltecekse O!
“Sevap da günah da bireye aittir, bağlı olduğu toplum, aile, millet suçlanamaz” sözüne inanabilirdim bir zamanlar ve “milletlerin takındığı tutum ve tarihten de bireyler sorumlu değildir” diye tersine bir tezi de savunabilirdim çoğu kez. Oysa toplumsal ilerleme, toplumsal tavır diye bir şey varsa “toplumsal hafıza” da vardır. Birey unutsa da toplum unutmaz. Birey affetse bile toplum intikamı diri tutar daima. Bunu idrak ettiğim an anladım senin niye öldürüldüğünü çocuk! Bir Rus subayının “Kafkasyalı bir dağlı çocuğun asılması ileri de yüz Rus askerinin sağ kalması demektir” sözünü okuduğum an anladım senin niye öldürüldüğünü!
Mezarı eş, tabutu aç, yaz hüvel bakiyi!
Bir cenazenin hıçkırığı ne işe yarar deme ey karşısında ölü ve mahcup olduğum çocuk! Bu gün adım “öfke bloğu”! İçi boş sözleri, dertli mısralara çevirdim! “Bahçedeki çiçekler koparılmış, evliyalar, şehitler, Bosnalı beyaz kuşlar nerdesiniz” şarkısını söyleyen, oyun parkı mezarlığa çevrilmiş Boşnak çocuğa kırmızı koltuklu dönme dolaptan bahsetmek ne işe yarar?*
Koro halinde tarihi ifsat edenlere ne denir “kul hayru ve illa feskut” dan başka.
Çıkarıyorum benliğimi üzerimden bugün ve yarın istemeye istemeye yeniden giyeceğimi biliyorum.
Ve bu gün;
“Tunçtan dağlar kurşun gibi erise de
Onursuz çıkmayız hayattan ve savaştan
Ey kara toprak her zerren çatlasa baruttan
Sana şerefsiz bir şekilde dönmeyeceğiz”
…marşıyla Kafkas dağlarını tutuşturan Hacı Muratların, Şeyh Şamillerin öfkesine öfkemi katıyorum.
Birileri stresten uzak durmaya, yeterli ve dengeli beslenmeye devam etsinler. Ben Rusların Çeçen katliamını, Bosna’da 95 Temmuzunda sekiz bin Boşnağın katledilişini, Irak’ta oluşturulan ikinci Irak gibi, Filistin’de oluşturulmaya çalışılan ikinci Filistin’i , Gazze’de açlığa mahkum edilmiş binlerce çocuğu düşünmeye ve içimdeki öfkeyi diri tutmaya devam edeceğim! Kimse kusura bakmasın hadis-i şerif** alnımın tam ortasına böyle yayılmışken Tibet yaylalarında iç huzura erişmiş barışçı Dalay Lama gibi gülümseyerek dolaşıp gezemem… Vesselam!
*Bosna’daki kovaçi şehitliği, savaş öncesinde çocuk parkıydı. Şu an Aliya da o parkta yatmaktadır.
**“Bir kötülük gördüğünüz zaman elinizle, gücünüz yetmezse dilinizle, ona da gücünüz yetmezse kalben buğz ediniz.”