Epeyce eski olduğunu hatırlıyorum. Sararmış ve kalın, kenarları tırtıklanmış izlenimi veren bir kitap. İçinden yapraklar düştü. Normalde böyle bir temizlik esnasında fazlalık olarak işlem görmesi gereken –çünkü yere düştü, yerini bilmedi- yaprakları, sadece birer hatırlatma, kitaba dikkati çekmek için bir ikaz olarak farzedip yeniden kitabın sayfaları arasına bıraktım. Çünkü sanırım birçok kitap, bir yerden alınıp bir başka yere konma işlemi esnasında kendini kötü hisseder. Sıradan eşyalar olmadıkları için. Doğrudur ve fakat o anda kitaba daha fazla dikkat kesilemezdim çünkü iş büyüktü. Yine de gözüme takılan satırları es geçemedim.
Baharın ve kışın gelmesi, evler için temizlik günlerini de işaret eder. Tabi bir de bayramlar. Köşe bucak her yere ulaşılır, ağır eşyalar kaldırılır, kapalı bohçalar, dolaplar havalandırılır. Böyle günlerden birini fırsat ve aslında bahane bilip, ne zamandır ertelediğim, kütüphanelerin düzenlenmesi işine ayırdım ben de. Ertelememin de bir sebebi/bahanesi vardı, kesinlikle tembellikten değil!
Hikaye, şiir, roman, gezi, şehir, araştırma, mektup, günlük, hatıra… Zihnen de olsa birkaç kategori belirlenip, kitap hangi kategoriye aitse, o konuya ayrılmış rafa yerleşmesi sağlanacak. Bazı kitaplar yazarlarına göre de ayrılabilir. Ne kadar da basit ve çabuk bitecek bir iş gibi görünüyor. Hiç de değil.
Şarkılara benziyor kitap kapakları da. Sizi farklı bir aleme, o anda hiç de aşina olmadığınız ve uzağında kendinizi salim hissettiğiniz bir his dünyasına çekebiliyor. Belki de bu yüzden her bir kitap, alındığı tarihe, okunduğu günlere, hatta bazen o yıla ait birçok hatıraya, o mevsime ve o mevsime iz bırakmış insanlara, duygulara da götürdüğü için sizi, bir kitabı alıp belirlenmiş bir rafa onu yerleştirmek sanılandan çok daha zahmetli bir iş. Üstelik bir kitaptan bir kitaba geçerken, bir hatıradan bir hatıraya, senelerden senelere, hislerden hislere de geçiş yapmak zorunda kalıyorsunuz. Ki bu hiç de kolay bir geçiş olmuyor. Ve her manzara, birbirinin içine geçiyor çoğu zaman. Bir kitabın kenarları diğer kitabın kenarından net olarak ayrılamıyor. Biri bitmeden diğeri başlayabiliyor.
İki kütüphaneyi yerleştirmek hal böyle olunca, tabi ki sadece bir günde bitmedi. Aslına bakarsanız yerleri hala belirlenememiş, üst üste konularak ayrı bir tasnifin içine girdiği belirlenmiş kitaplar var. Onlar da bir süre dinlenecek artık.
Zahmet olur da rahmet olmaz mı? Böyle bir faaliyetin birçok faydası da oluyor. Mesela bunlardan biri, düzeni sağlamanın ne kadar zor olduğunu yeniden fark etmek. Bu hissi yaşamak. Ertelenen, geriye bırakılan işlerin –her ne kadar bu konuda insan kendine mazeretler bulabilse de- bekledikçe zorlaştığını görmek mesela. Bir de düzeni korumanın zorluğu var ki, sevgili kütüphanemiz onu da ileriki günlere saklıyor sanırım.
Kitap kapakları kadar, sayfaları ve kendilerine o sayfaların misafirleri diyebileceğimiz “küçük şey”ler de bu sahnenin önemli kahramanlarından. Sayfalar arasındaki not kağıtları, kurutulmuş çiçekler, yapraklar ve hatta çikolata ambalajı. Sinesi iyice dolu bir kitapla karşılaşınca da, o kitapla mesainiz biraz daha uzuyor haliyle.
Öyle bir kitap. Epeyce eski olduğunu hatırlıyorum. Sararmış ve kalın, kenarları tırtıklanmış izlenimi veren bir kitap. İçinden yapraklar düştü. Normalde böyle bir temizlik esnasında fazlalık olarak işlem görmesi gereken –çünkü yere düştü, yerini bilmedi- yaprakları, sadece birer hatırlatma, kitaba dikkati çekmek için bir ikaz olarak farzedip yeniden kitabın sayfaları arasına bıraktım. Çünkü sanırım birçok kitap, bir yerden alınıp bir başka yere konma işlemi esnasında kendini kötü hisseder. Sıradan eşyalar olmadıkları için. Doğrudur ve fakat o anda kitaba daha fazla dikkat kesilemezdim çünkü iş büyüktü. Yine de gözüme takılan satırları es geçemedim. Yukarıda alıntıladığım satırlar:
“On sekiz bin alemin vücuduna:
-HAYAL yani karaltı...
dendi.” Aynen böyle yazıyor: HAYAL, büyük harflerle. Nasıl hatırlıyorum bu kadar detayı? Yaprağı yerine yerleştirirken karşıma çıkan bu satırları hemen fotoğrafladım da ondan. İyi bir kare oldu fakat yetmedi. İlgisizliğimin cezasını şimdi merakımla ödüyorum.
Bir süre sonra bu satırlar iyice zihnimi meşgul etmeye başladı. Devamında ne diyordu acaba yazar? Merakın pençesinden kurtulmak için o kitabı ve sonra o satırları bulmalı değil mi? Öyle de, zor. Çünkü hangi kitabın içinden düşmüştü o yapraklar? Ya peki o kitap hangi rafa yerleştirilmişti? Kitap ne hakkındaydı? Bu sorulara verecek hiçbir cevabım yok. Yine de iz sürmeye başladım. Eski bir kitap, sararmış ve kenarları iyice yıpranmış sayfalar… Israrla elimi kendine çeken bir kitaptan okumaya başladım. Şimdi cezamın bitmesini, karaltı’nın karşıma çıkmasını bekliyorum.