Bir boşluk ki asla bitmeyecek
Her şey bir anda anlamsız gelecek
İşte biz o gün tükeneceğiz…(Sezen Aksu)
Yürüdüğümüz sokaklar, okuduğumuz kitaplar, soluduğumuz hava, yaşadığımız dünya aşklaşmalar kusuyor. Herkes her yerde âşık olduğunu söylüyor. Aşkı anlatan kelimeler tüm dünya dillerinde en çok kullanılan kelimeler oluvermiş. Metroda, otobüste, çimenlerin üstünde, cami duvarında, şurada, burada hep bir aşkalaşım çabası. Yalancıklar sarmaş dolaş kelimelerle birbirleriyle ahitleşiyorlar. İki kelimeyi edebiliyorsan aşk imanına erdiğin varsayılıyor. Keşke diyorum keşke ama nerede?
Aşkı o kadar tarif eden insan var ki bu kadar varlık içinde aşkın olmadığını fark etmekte çok zorlanıyoruz. Evet, iddiaya girerim âşık olduğunu söyleyen milyonlarca insan bulabilirim. :) Ama gerçekten âşık olan bir insan bulmak o kadar çok zor ki. Hz Mevlana’nın hikayesinde gece yarısı elinde ışıkla dolaşan kişi, aslında adam diye âşık mı arıyordu? Kim bilir belki âşık arıyordu ve bu soruyu sorduğu anda bulmuştu aradığını.
Neden insanlar giymediği bir gömleği giydiklerini iddia ederler ki? Bunun iki sebebi olabilir ya hissiyatlarını kaybetmişlerdir, gömleksizken üzerlerinde gömlek olduğunu zannederler. Ya da başından beri gömleğin ne olduğunu bilmiyorlardır ve farklı bir şeye gömlek muamelesi yapıyorlardır.
İlk bakışta herkesin hissiyatını kaybettiğini düşünebiliriz; fakat bu çok da gerçekçi olamaz. İnsanlar hissiyatlarını kaybettiklerinde içgüdüsel hareket ederler ancak hissiyatını kaybettiğini varsaydığımız aşklaşmalar içgüdüsel değil dış güdüsel olarak hareket etmekteler. Gömleksizliğini bildiği halde göstermelik gömlekli rolü yapmaktalar. Bir film seti düşünün herkes rol yapıyor ama film bittiğinde de bu rollerini başka filmlerde de devam ettirmek istiyorlar. Bu çılgınlığa akıl sır erdirmek mümkün değil.
İnsanların başından beri gömleğin ne olduğunu bilmediği meselesine gelince bunun çok doğru bir bilgi olduğunu fark etmek biraz zaman alabilir. Çünkü bilginin hep biriktiği varsayılır fakat bu birikimin nasıl hayata geçirildiği -teferruatta kalacağı düşünülerek- pek işlenmez. Evet, bilgi hep artar ama arttıkça eksilen bilgi de vardır. Savaşlar tarihin süpürgeleridir. Sadece kitaplar yakılıp yıkıldığı için değil kulaktan kulağa öğretilen bilginin sahipleri vaktinden evvel öldürüldüğü için de bilgi eksilebilir. Burada kader inancımızı tartışmıyoruz elbette ölenlerin ecelleri o anda gelmiştir. Ama yazacak, anlatacak vakitleri kalmamıştır. İnsanlık her savaş sonrası başa döner. Daha büyük ve güçlü silahlar üretirler ama silah üretirken kaybettikleri şey silahın ateşleme mekanizması değildir ya da balistikle, tahrip gücüyle alakalı bir şey değildir. Kaybedilen şey: İnsani duygulardır. Acımak, gönüllülük, fedakârlık, cesaret, onur ve belki de aşk gittikçe azalan duygulardır.
Bir şehir yok edilirken nükleer bomba taşıyan uçağın pilotları, o şehirdeki insanların ne yaptığını göremez onların acılarına, onların mutluluklarına, fedakârlıklarına, cesaretlerine şahit olamaz. Bunu yazarken Son Samuray filminin birçok sahnesi de hayalimde belirdi. Esir düşünce anlıyordu Algren, kimin sevdiğini öldürdüğünü, düşman diye saldırdığının aslında ne kadar da haklı bir neden için ölümü göze aldığını. Acılarına taş basıp en büyük düşmanlarına bile insan olduğu için nasıl hizmet ettiklerini ancak gözleriyle görünce anlıyordu.
Şimdi de Yemen harbi geliyor aklıma; düşmanın esir düşen askerlerimizi açlıktan yediği öğrenilince askerimiz esirlere karşılık tonlarca erzak veriyordu.Ve bir anne canlı gelen esirlerin arasında oğlunu göremeyince nasıl da deliye dönüyordu. Şüphesiz o yavrusuna aşıktı. Ve bugün anneler kilolu gözükmemek için, kariyerleri için çocuklarını karınlarındayken öldürebiliyor. İnsani duyguları sadece tarih kitaplarında ya da film sahnelerinde bulmak ne kadar acıklı.
Bugünkü insan aşkın ne olduğunu sorgularken, aşkı bizzat yaşıyordu geçmişte nefes alan binlerce insan. Aşkın tarihini yazmak gerekseydi onu da insanlığın başladığı yerden, Hz Âdem’den başlatmak gerekecekti. Aşkın tarihini yazmaya çalışan insanlar hep olmuştur. Belki de bunu en edebi dille yazan ve adı en çok bilinen insan İbni Hazm’dı. Güvercin Gerdanlığı’nda şiirlerle hikâyelerle aşklardan bahsediyordu. Aşkın bugünkü gibi ayağa düşmüş bir kavram olmadığını anlarız daha kitaptaki ilk aşkı okurken. Ülkemizde aşkın izini süren belki de aşkın ifade biçimlerinden biri olan arabesk müzikle dalga geçiliyordu bir zamanlar. Hala üç beş aydın müziksever bir araya gelince arabeske taş atmaktan geri durmazlar. Halbuki arabesk müziğin muhtevasını oluşturan aşkın, kendilerinin televolelere malzeme olmuş aşkımsılarından daha güçlü ve saf olduğunu anlamak için arif olmaları gerekmez. Burada RTÜK Başkanı Zahit Akman’ı takdir etmeden geçemeyeceğim. Televolelerde çokça dedikodusu yapılan aşk muhabbetlerinin halkımızı rahatsız ettiğini bildiği için adı geçenlerin hemen hepsini evlendirme kampanyası yapmaya teşvik etmesi reklâm aşkların maskesini düşürmeye yetecektir. Yazının sonlarına yaklaşmış olmamıza rağmen hala bir aşk tanımlaması yapmadım fark ettiyseniz. Sadece neyin aşk neyin aşkımsı olduğunu hissettirir gibi oldum. :)
Aşka tanımlama yapmak mümkün değil mümkün olmadığı gibi bu gerekli de değil. Aşk hiçbir kalıba sığdırılamaz ve bir kalıba sığdırmak deneniyorsa bilmeliyiz ki oradan aşk kaybolur belki hiç olmamıştır da orada. Aşka eş anlamlı kelimeler bulmak da mümkün değil. Bir yerlerde üç harf beş nokta diye tanımlanıyordu. Yani Arapça yazılışına dikkat çekerek sadece imlasından hareketle bir tanımlama yapılıyordu. Ama bu bile yeterli olmuyor çünkü Arapça da aynı tarife uyan başka kelimeler de bulunuyor. Aşkın başından beri ne olduğunu bilmediğimizi ona bir tanım getirememekle hatta getirsek de bu tanımlamanın yeterli olamayacağını görerek fark etmiş bulunuyoruz. Şimdi biraz da aşkın çeşitlerini karıştıralım. Platonik aşk diye çokça duyduğumuz bir kavram var. Karşılıksız sevmek deniliyor. Buna bizi inandırmaları mümkün değil çünkü karşılıklı ya da karşılıksız olması aşka bir artı ya da eksi vermez. Aşkın tarifi olmadığı gibi tarafı da söz konusu değil.
İlk görüşte aşk da komik bir çeşitleme. Burada da aşka zaman verilmeye çalışılıyor. Hâlbuki aşkın zaman gözetmediğini anlamak onun oluşum sürecinin bilinmediğini bilmekle yeterli bir çözümleme. Ve düşünün artık insanları yüz yüze görmek zorunda değilsiniz fotoğraf makinesi icat oldu mertlik bozuldu yani. Daha bu işin kamera, video hatta youtube, facebook ayağı bile var. Ve ilk görüşte aşk aşka tamamen bir görsellik atfediyor. Halbuki körlerin de aşık olabileceğini hepimiz tahmin edebiliriz buna ispat gerekmez. O zaman ilk görüşte aşkı da def etmiş bulunuyoruz. Yasak aşk, sanal aşk gibi sıkça duyduğumuz tanımlamalara hiç girmesek daha iyi. Onların yanlışlığı adlarından da çok rahat okunabiliyor.
Aşk ve aşıklık anlaşıldığı kadarıyla kaybettiğimiz bir bilgi. Onların yerine sevgi ve sevgililik kavramlarını oturtmaktayız. Bu kavram değişikliği tarihin ve bilginin değişikliği oluyor. Hz Adem’le başlayan aşk tarihi Aziz Valentin’e kadar yok sayılabiliyor. Başı olmayanın sonu da olmaz. Son tahlilde (görüşte) aşk taze bitmiştir…