Birçoğumuz “farkında olmadığımız” hayali korkular taşıyoruz. Örneğin askerliğini yapmamış birinin, acaba askerde başıma neler gelir diye uzun uzun düşünerek kendisini endişe ve kaygıya sevketmesi hayali bir korkudur. Ya da bir konferans esnasında, konuşmacının her an bir soru soracağını ve o soruyu size yönelteceğini düşünüp, kimsenin farketmediği kaygılar yaşamanız hayali korkuların en sık rastlanılan cinslerindendir. Bu tür korkularımız çok. Sosyal fobik kişiliklerde çok daha fazla görülen bu tür hayali korkular hayatı bazen çok zorlaştırır. Hareket alanınız daralır, nefes alamaz olursunuz, korkularınız içinde boğulursunuz. “Rezil olma korkusu” yüzünden, düşündüğünüz şeyleri topluluk içinde söyleyemezsiniz, ne kadar harika düşüncelere sahip olursanız olun, bu düşünceleri bir köşede kendi içinize atmaya mecbur kalırsınız. Bir hata yapacak olsanız dünya başınıza yıkılacak sanırsınız, halbuki insan beşerdir, şaşabilir. Ama “hata yapma korkusu” sizi öylesine kuşatmıştır ki kendinizin bile farkında değilsinizdir. Sanki siz meleksinizdir ve hata yapma ihtimaliniz yok sanırsınız. Sonuçta da hayali korkular içinde kendimizi bir türlü hayatın akışına bırakamayız. (Zuhurata tâbi olamama.) Yıllarımız çeşitli kompleksler içinde geçer.
Dikkat ettiyseniz verdiğim örneklerde, korktuğumuz şeylerin gerçekten başımıza gelme ihtimali var. Yani korkuların gerçekleşmesi imkan dairesi içinde. Peki o zaman neden bunlara hayali korkular diyorum? Kastettiğim mâna şudur: Hayatımızın birçok safhasında bu tür korkular yüzünden sağlıklı düşünemiyoruz ya da içinde bulunduğumuz “ânı” şuursuzca geçiriyoruz. (Zâyi ediyoruz.) Neden şuursuzca dedim? Şuurlu olmak demek farkında olmak demektir. İnsan ise bu tür hayali korkular taşıdığı sürece çoğunlukla farkındalığını kaybetmiş bir haldedir. Düşünelim şimdi, konferans boyunca, her an ayağa kalkabilirim, rezil olabilirim gibi türlü korkular taşıyan biri konuşulanların nasıl hakkıyla farkında olabilir? Yani hayali korkular kavramı, gerçekleşmeyecek korkular anlamında değil, insanın farkındalığına ket vuran, farkındalığını engelleyen, içinde bulunduğu “ânın” kıymetini bilememesine/zâyi etmesine sebep olan korkular olarak nitelendirilebilir.
Bu tür, sancılandıran, daralmamıza sebep olan hayali korkulardan kurtulmanın yollarını aramalıyız dostlar. Hem de büyük bir gayretle. Çünkü bunlar sadece korku değil aslında. Bunlara endişe ve kaygı gibi isimler de verebiliriz. Peki bu endişe ve kaygılardan kurtulup huzur iklimine nasıl gireceğiz? Çetrefilli bir iş ama bir yerinden başlayacağız inşallah. Yazılarımda birçok defa bahsettiği şeyi ilk sıraya alıyorum yine: İlk olarak yaratıldığımızın farkına varmalıyız. Yani bizi yaratanın, dilediği gibi şekil verenin, her şeyin tasarrufunu elinde bulunduranın Allah olduğunun idrakine varalım. Muhammed Esed`in deyişiyle “bilincine” varmaya çalışalım. Bu idrak, bir insan için her şeyin başlangıcıdır denebilir. İnsan yaratıldığını idrak ettiği anda farklı bir boyut kazanır ve kendisini tanıma yolunda en önemli adımı atmış olur. Bunun ardından yaratıcımızı tanımaya başlayacağız. Kainat kitabını okuyacağız usul usul. Peki hayali korkuları engelleme yolunda bu tür bir seyrin bize ne katkısı olacak? İşte işin püf noktası da burada gizli dostlar. İnsan yaratıcısını tanıdıkça- yani Allah`ı - farkındalığı artacak. Kendimizin farkında olacağız, başıboş bırakılmadığımızın farkında olacağız, gerçekleşen hadiselerde perdenin önünden çok ardına nazar edeceğiz. Bu da iç dünyamızda meydana gelen hadiselere daha derinlemesine vâkıf olmamıza sebep olacak. Ardından, P.D.Ouspensky`nin müthiş deyişiyle, var olmayan şeylerle dolu olduğumuzu farkedeceğiz. Bahsettiğim türden hayali korkularımızın, kaygılarımızın, endişelerimizin birçoğunun bizleri atıl bir atmosfere sürüklediğini, ümitsizliğe sevkettiğini, kendimizi unutturduğunu göreceğiz. Bu farkındalık herkeste farklı açılımlar sağlayabilir. Allah`ı hayatın merkezine koyarsak işlerimiz çok kolaylaşacak. Hayali korkularımıza başka bir açıdan bakma imkanına sahip olacağız. Mesela nasıl mı? Sadece şu ayeti hakkıyla idrak edebilirsek yolun yarısından fazlasını yürümüş olacağımıza inanıyorum: “De ki: Allah`ın bizim için yazdığından başkası bize asla erişmez. O bizim mevlamızdır. Onun için müminler yalnız Allah`a dayanıp güvensinler.”(Tevbe, 51) Ne güzel, ne iç açıcı değil mi? İnsana küllî bir bakış açısı kazandıran, rahatlatan, arı-duru bir beyan. Hayali korkularımızın giderek arttığı şu yüzyılda Kur`an-ı Kerim`in o ferahlatan soluğuna ne kadar da muhtacız değil mi? Hadid Sûresi`ni de kendiniz okuyun inşallah, anlayabilenler için orada da bu konuyla paralel hayati şifreler mevcut. Farkındalığımızın artması ve mânaya yönelmemiz dileği ile...