Şimdi git, çünkü gitmen gerekli. Çünkü gelmek için gidilir. Küçük mescitlerde diz çökmüş minik dizler ve şehrin püskürttüğü safrada kaybolmamış eller hürmetine, değişmeden değiştirmek, kaybolmadan bulmak için, müsekkin bir toprağa gündönümleri ekmek için git. Dualarla yalıtılmış bir hayatın tam ortasında güçlü bir çınar gibi toprağa kök salmak için git.
Şeyh Galip demiş ki “Ateşten denizleri mumdan gemilerle aşmak mümkün müdür”. Derler ki buradaki ateşten deniz aşk ateşidir ve aşkın yakıcılığının yanında tutunduğunuz her dal mumdan bir gemi gibi erir kaybolur. Bir gencin kalbi de ne zaman mumdan gemi olmayı terk edip ateş denizi haline döner, o günden sonra omuzlarında bir çift doru at koşturup durur. Öyle atlar ki, sağrısı terli, yeleleri rüzgârlı… Öyleyse bu yazı, omuzlarını kristal aynalara, tül perdelere, çelik kasalara yaslamışlar için değildir…
Islak şehir sokaklarını en çok sana benzediği için severim. Böyle zamanlarda her birinin kör ve dilsiz olduğunu düşündüğüm sokaklar, bir anda hüzne açılır. Açılan her sokak bir taşın altında yahut bir mazgalın kenarında, bir duvarın dibinde “keder” i de emzirir. İşte bu yüzdendir ki, hüzün sokaklarında fazla gezinmek kedere sobelenmek demektir. Oysa sen de bilirsin ki “keder” değil sadece “hüzün” peygamberîdir.
Kentin taşan ve taşarak saklayan kalabalığında senin adımlarına adımlarımı uydurmaya çalışırken, “azlığın zafiyet, çokluğun kuvvet” olduğunu düşünmek daha kolay olur. Seninle Tur dağında buluştuğumuz konuşmalarda, İbrahimî çağrılara “lebbeyk” dediğimizde ve mülteci kamplarına bir dilim ekmek gibi fırlatılmış bir “söz”e dokunduğumuzda; bir nehir gibi toprağın basamaklarını koşarak inerim. Bir çığlık gibi yüzümde patlayan gülüşlere aldırmam. Ve bir ağ gibi kımıldayan şehrin, oynak ışıklarına takılmam. Sen benim tekilliğimin bitişi, çoğulluğumun başlangıcısın.
İnsan aynaya bakınca kendi ölümünü seyredermiş; sevdiklerinin yüzüne bakınca ise kendi hayatını… O yüzden yüzüne sık sık bakıyorum. Yüzünde koca bir ömrün filizlenişine bakıyorum. Ben sende “elest senedi”nden dökülmüş bir söze bakıyorum…
Şimdi git, çünkü gitmen gerekli. Çünkü gelmek için gidilir. Küçük mescitlerde diz çökmüş minik dizler ve şehrin püskürttüğü safrada kaybolmamış eller hürmetine, değişmeden değiştirmek, kaybolmadan bulmak için, müsekkin bir toprağa gündönümleri ekmek için git. Dualarla yalıtılmış bir hayatın tam ortasında güçlü bir çınar gibi toprağa kök salmak için git. Çünkü gidip gelmelerdir hayatı anlamlı kılan. Hareket etmeyen nesnelerin moleküllerinde ve koşturan bir atın ağzındaki köpüklerde kıpırdayıp duran “gel” sözüdür. O öyle bir sözdür ki “bir isimle başlar ve o isim unutulunca biter”. Gitmek, “gel” çağrısına icabettir.
Şimdi sen sana dönmüş kem gözlerin sayısını hesaplama. O gözler ki; yaylılar ve vurmalılar bir esaret marşı çalarken, senin sessizliğinin ritminde kaybolurlar. O kişiler ki nefret dolu yüzleriyle ve çemkiren gözleriyle seni acıtmak isterler. Bir kuyuya atıp unutmak, bir toprağa gömüp taşlamak isterler. Yüzündeki nurlu ışıkta kendi fondötenlerinin eridiğini hissederler ve kalbindeki merhametle dalga geçerler. Dalga geçerler çünkü ilahi mahkemenin var olma ihtimalini hatırlatırsın onlara, ezmek isterler çünkü senin cenneti hak ediyor olma ihtimalin ruhlarını sarsar. Seni ancak üçüncü sayfa haberlerinde görmek isterler ve sana bakarken aslında “ya haklıysa” endişesinin üzerine tükürürler.
Sen onların yıllar önce kaybettikleri ve mahvettikleri dualarının âminisin ve himayesini kaybettikleri Allah’ın emrindesin. Sen onlar için “ya Allah varsa” korkusunu tetikleyensin. Biliyorum bazen küçük bir çocuk gibi dizlerin kanıyor. Ama bil ki benim her gün dizlerim kanıyor. Fiziksel sancıları bir yana koy ve bir çocuk gibi kocaman aç gözlerini. Taş atan bir çocuğun elini tutar gibi tut öbür elini, taşın altındaki siyah adamın terini siler gibi sil gözlerini…
Biz hücrelerde sesi kısılmış bir ölümü beklerken ve okunmuş bir kitabın sayfaları arasında bir çiçek gibi kururken, biliyorum ki sen; gittiğin her yürek, ulaştığın her gönül için yeniden getirmiş olacaksın şehadeti.
Ve ben eşine sırılsıklam âşık birinin sözlerindeki iştiyakla bitiriyorum sözlerimi; “her şey sen nasıl istiyorsan öyle olsun”