
Sözde değil, gerçekten hem yaşayışı hem de değer yargıları ve yaptığı işlerle diplomaya değil de hünere, ahlaka, insanlığa kıymet verecek genç kızlara (ve tabi ki yiğit delikanlılara) ihtiyacı var bu memleketin. Anneliği en önemli meslek ve vazife şuuru ile kucaklayabilecek, kendi kucağında bir neslin yazılımını yaptığını fark ettiği için gerçekten ilim sahibi olmayı hayatına düstur edecek genç kızlar.
Bazı insanlar, bazı vakitleri daha iyi hisseder, derinlemesine farkına varır. Hastaların geceyi daha iyi hissetmeleri gibi. Batan gözleri, ağrıyan, sızlayan bedeniyle sokak lambasının aydınlattığı odada, duvara karşı oturup dua etmekten, düşünmekten ve bir türlü ilerlemeyen saate karşı yorulmaktan başka çaresi var mıdır hastanın?
Şu hastalıklı zamanı da en iyi başörtülüler hissediyor gibi geliyor bana. Kürsülerden indirilsin ya da indirilmesin. Olayların, insanların sektiği her noktada suçlu bulunmaya hazır bekleyen başörtülüler.
Dicle kenarında bir kurt bir kuzuyu kapsa başörtülülerden sorulacak gibi hissediyorum nice zamandır. Nerde savaş, nerde geri kalmışlık!, nerde kuruyan toprak, işkence gören bir adam, ağlayan bir çocuk… olsa, oradan bir kadın çıkacak ve başörtülü (isteyen türban desin) bir kadına bağlanacak sanki sebepler…
Bir arkadaşım çevresinde yeni kapanan birinden bahsetmişti. Örtündükten sonra maruz kaldığı muamelelere çok şaşırmış bu arkadaş. Aslına bakarsanız biz de onun şaşırmasına şaşırmıştık. Çünkü bizler (ona göre çok daha uzun süredir örtülü olanlar) için bazı yerlerde kaale alınmamak, sorularımızın cevapsız kalması, yüzümüze bakılmaması, bakılınca seçilen dışlayıcı, küçümseyici gözler, velhasıl adam yerine konmamak aslında çok da alıştığımız, karşılaştığımız şeylerdi. Başörtümüzün beyazı kadar kefenin de beyazlığına sığınırdık o zamanlar. “Aldırma, ölüm karşısında hepimizin kıyafeti aynı olacak.” Hatta o bile nasip işi.
Başörtüsü yüzünden değil, başörtüsü yasağı yüzünden fakülteden ayrılınca birçok farklı tepkiyle karşılaşıyorsunuz. Genelde en yumuşak tepki “hayırlısı olsun”. “Hayırlı olsun” diyene ise rastlamadım. Klasik tepkilerden bazıları da keşke sabredip bitirseydin, siz okumazsanız bizim çocuklarımızı kim yetiştirecek, elinde bir diploman olurdu, siz okuyun günahı bana vs. Bunlar bir yana bir de karşısında iyice rahatsız olduğum tepkiler grubu var ki asıl onları hiç anlamıyorum. Biri moralinin çok bozulduğunu belli eder bir haldeki surat ifadesiyle duvarı yumruklamıştı. Fakat sonra arkasını dönüp moralsizliğine gitti. Birkaç kelli felli amca “biliyor musunuz karşınızda utanıyorum” demişti. Sebep, yasaklar karşısında hiçbir şey yapamamış olmaları.
Halbuki utanç kimin işine yarar, yaradı? Kalkıp birşeyler yapılmalı değil miydi?
Şimdi birileri bir şeyler yapıyor. Tevhide (adı de ne güzel) alamadığı ödülüne karşılık bir sürü ödül teklifini değerlendiriyor, yeni ödüller alıyor gülerek. Başbakan hanımı ona sabretmesini, başarılarını devam ettirmesini öğütlüyor. Bir insanın (hele ki ağlama sebebi “örtüsü” olan bir genç kızın) gözyaşlarını dindirmek için hepsi de kıymetli bu çabaların ve hepsi de yapılmaya değerdi. Ağlayan kızımız güldü şimdi fakat ya sonra?
Hiçbir şey yapamadığı için utanan adamlar, teselli babından verilen ödüller vs sokakta yürümemizi kolaylaştırmıyor haberiniz olsun. Başörtüsü üzerine konuşan, ahkam kesen, araştırma yapanların kuru lafları ortalığı toza buluyor ve bu meydanı hepten nefes alınmaz hale getiriyor.
Ne yapılabilirdi diye düşünüyorum. Amaç ilimse, kendini yetiştirmekse herkes hüner/bilgi sahibi olduğu alanla örtülü kızları yetiştirebilirdi. Bunu yapanlar yok mu diyeceksiniz? Evet alternatif eğitim kurumları yok değil. Fakat kastım biraz daha küçük ve samimi halkalar. Büyükşehirlerdeki kız-erkek karışık, duman altı mekanlar her ne kadar bu ihtiyacı karşılıyor gibi olsa da, sadece ilim noktasında değil irfan noktasında da genç kızlara diyecek bir şeyleri olan insanların mütevazı çabalarını kastediyorum.
Sözde değil, gerçekten hem yaşayışı hem de değer yargıları ve yaptığı işlerle diplomaya değil de hünere, ahlaka, insanlığa kıymet verecek genç kızlara (ve tabi ki yiğit delikanlılara) ihtiyacı var bu memleketin. Anneliği en önemli meslek ve vazife şuuru ile kucaklayabilecek, kendi kucağında bir neslin yazılımını yaptığını fark ettiği için gerçekten ilim sahibi olmayı hayatına düstur edecek genç kızlar. Yoksa diplomadan mahrum bırakılmanın acısını o seminer senin bu seminer benim, sertifika koleksiyonları ile giderme hırsında olup da akşam eve geç giren kızlar değil. Tabi bahsettiğimiz hünerlerin, değer yargılarının gelişmesi de belki bu kurslarla, seminerlerle, sertifikalarla kesişecek çoğu zaman. Fakat önce kul olduğumuz, önce iyi bir insan olmamız gerektiğinin bilincini şaşırmadan yani merkezi kaydırmadan yapalım her ne yapacak isek. Etiket için değil marifet için. Gözümüzün nuru yitip gitmeden.
Babalar, anneler, eş-dost ve bizzat “başörtülü kız”ın kendisi. Bu vazife bir başkasından beklenilecek kadar ertelenmeyi hak etmiyor. Okuldan atılan kızların babalarına da annelerine de aynı sorumluluk düşüyor. Çünkü zulüm size dokunmasa da zulümdür. Ve şimdi insan yetiştirmek hususunda cömert, fedakar ve istikrarlı davranma zamanı, diploması başının üzerinde asılı amcalar.
Tevhide Kütük şimdi o günün etkisini atlatabilmiş midir bilmiyorum. Fakat birkaç ay sonrasında, rüyalarında kürsüden indirildiği anı değil de, yazdığı yazıların gözü yaşlı başka kızlara ümit verdiğini görmesini dilerim.
Belki biri vardır bu topraklarda. Beyaz başörtüsü ile evinde oturan, en fazla liseden mezun olabilmiş ve belki gül olmasa bile naif menekşeler yetiştiren biri. O, elli yıl (hadi on olsun, beş olsun) sonra sokağa çıktığında, değişen, gelişen bir şeyler görmeli, değil mi?