Çocukken; “ kerbela” demek sırtına zincirle vuran adamlar demekti ve bu tür görüntüler haberlerde çıkınca hemen kanal değiştirilirdi. Sucuklu yumurtalı, çilek reçelli kahvaltılara uygun bir fon oluşturmazdı çünkü. Biz şii mezhebinden değildik ve kerbela olayı onların hüzünlü hikâyesiydi. Oysa “Evimiz Hollywood’da” da bizim hikâyemiz değildi, “Pazar konseri” de bizim hikâyemiz değildi. Televole de. Televizyondaki çoğu şey bizim hikâyemiz değildi. Ve oysa “kerbela” tam da bizim hikâyemizdi.
Göçmen kuşlar diğer kuşlardan bir kenara ayrıldı. Geniş ve güçlü kanatları, uzun bir yolculuk için tasarlanınca ve Hak Teala hazretleri minik kalplerine bir mıknatıs koyunca; onlar kaderin derin vadilerine itilmiş olmadılar, onlar aşkın ağırlık merkezince çekilmiş oldular. Göçmen kuşlar tek vücut halinde hareket ederlerdi. Gökyüzünde, v şeklindeki uçuşun sırrınca katar tutarlardı. En güçlü olanı en önde ilerler, hava akımına karşı ilk siperi oluşturur, daha güçsüz olanlar ardı sıra giderlerdi. En güçlü olanlar bir bir ayrılınca katardan; en övülmüş olanı veda hutbesini irad edip yürekten ülkelere uçunca, kimi Bedir’de kimi Uhud’da konaklayıp usulca toprağa dokununca, dört sevdalı ayrı ayrı yollardan cennete ulaşınca; katarın başına reyhan kokulu bir yağmur kuşu geçti.1
Yağmur kuşu merak etmedi gideceği ülkeyi. Çünkü her göçmen kuş gittiği yerde sürekli kalıcı değildi. Çünkü kutsal topraklardan havalanan her kuş başka ülkelerin bulutlarına kanat dokundurur, o ülkenin göklerinde görünür, isteyen o katara takılır ve kuşlar ana yurtlarına geri dönerlerdi. Öyleyse, geri dönülecekse, bir katar niye yola çıkardı? Niye uzun mesafeler kat edildikten sonra orada kalınmaz, orası yurt edinilmezdi? Cevap basitti; gitmek kaderden, dönmek sadakattendi. Kufe diyarında durduğu dalda yanıp sönen bir ateş kuşu, etrafındaki çelimsiz kuşların bir kervan beklediğini işitti. Bu kuşların bir yağmur kuşuna “imdi burada her taraf yeşerdi, kuyuların suyu çoğaldı, istediğin zaman gel, senin için askerler ve yardımcılar hazırlandı, önderimiz yok, başımızdaki zulüm yetti”2 diye haber saldıklarını öğrendi. O an şehrin her noktasına ateşten oklar fırlattı. Okun dokunduğu kimi kuş, korkudan örülmüş kafeslerde buldu kendini, kimi de ateş kuşunun eteğine yapıştı. Böylece ona dokunanın dünyası da yandı, ahireti de yandı.
Yağmur kuşu kendini bekleyen çelimsiz kuşların, kervan bozan arsız leşkerlere dönüştüğünü bildi. Ama yola durmuştu bir kere ve bu dedesinin yoluydu. O zulme karşı çağrılmıştı ve zulme boyun eğmemek için yola koyulmuştu. Öyleyse göçmen kuşların fıtratınca sıddık olacak, geniş kanatlarının gölgesi bir haşyet ve haşmet uyandırmak üzere bir şehrin üzerine düşecekti. Hak ve batıl birbirinden ayrılmak için yan yana gelecekti. Bir kuşun kalbine mıknatısı koyan, aşk ve sadakat adına bir kuvveti de mutlaka yaratmıştı. Öyleyse onun kalbini çeken de, bu çekişe boyun eğdiren de Zat-ı Zülcelal’di.
Ulu bir ırmağın yanına kondu katar ve yağmur kuşu bu ırmağa dokunamayacağını bildi. Kuşlar kanatlarını yaydı toprağa, bir avuçtular ve onlar kutlu bir soya layık olmak için “Furkan” namına yoruldular. Etraflarını saran leş kuşlarına karşı, nasıl da dimdik kıyama durdular. Bir damla su vermeyen zalim bir orduya çatlamış dudaklarından tekbirler savurdular.
Ateş kuşu hırsla ve sözünden dönmüş binlerce ateşten kuşuyla çevirdi kervanın etrafını. Kendi mevkiine, tahtına ve mührüne rakip olarak gördü yağmur kuşunu. Oysa yağmur kuşu tahta ve mühre değil hakikate meftundu.
Sonra uçuştu kuşlar… uçuşan ateş toplarının içinde kayboldu yetmişe yakın su damlası, kayboldu da su gibi saflığından ayrılmadı. Sonra yağmur gibi düştüler toprağa. Yağmur kuşu son kez çırpındı… yer ve gök hıçkırdı, Fırat çağladı, taş toprak külhanlara dolandı… Sonrası kadim bir sessizlik…
İlk defa bir kervan tüm göç hikâyelerinin aksine asıl yurduna geri dönemedi. Ezberi bozuldu kâinatın. Oysa Hz. İbrahim’in ateşinden sonra su vardı, Yusuf’un zindanından sonra saray… Hz İsmail’in boynuna bıçak dokundu İsmail azad oldu. Hz Muhammed hicret ettiği şehre fetihle döndü. Ama yağmur kuşu ezberi bozdu. Hak ile batıl bir kuş çırpınırken yan yanaydı. O gün bugündür Müslümanlar yenilgilere aşina oldu. O gün bugündür yenileceğini bile bile doğruluğun yanında olmak var. O gün bugündür gittiği yerden dönemeyeceğini bile bile “eğer şimdi ben zulme karşı çıkmazsam, ileride doğruluk için kimse savaşmaz”3 diye yola çıkan göçmen kuşlar var.
Nicedir Hz Hüseyin’in şahadetine şahit olan kardeşi Hz. Zeynep gibiyim.4 Zulmün her gün Hüseyinleri boğduğuna şahidim. Zeynep gibi Yezidin sarayında Yezide karşı sözler biriktiriyorum; ama Zeynep gibi güçlü de olamıyorum. Bazen gökyüzünde hayal meyal bir kervan gördüğüm oluyor, kervanın sonuna takılsam diyorum. Oysa bir geveze serçe kuşu şu çelimsiz kanatlarıyla uzun bir yolculuğa çıkamayacağını bilir. Ama küçük yüreğinde büyüttüğü kocaman bir sadakat yemini varsa ve kanadından âminler tutarsa; o göç kervanının uzaklarda bir yerlerde serçeleri, güvercinleri, üveyikleri, kanaryaları beklediğini de bilir.
Dipnotlar
1. “Hasan ile Hüseyin benim dünyada kokladığım iki reyhanımdır” Hadis-i Şerif.
2. Asım Köksal, Kerbela Faciası, Küfe’lilerin Hz. Hüseyin’e yazdıkları mektup, sf.49
3. Hz. Hüseyin yolculuğa çıkmadan önce pek çok kişi onu vazgeçirmeye çalışmış, buna karşılık Hz. Hüseyin onlara bu sözle cevap vermişti.
4. Hz. Zeynep Kufe’ye Hz. Hüseyin ile birlikte gitmiş ve onun şahadetine şahit olmuştu. Yezit’in askerleri onu esir almış lakin tepki çekmemek için ona esir muamelesi yapılmamış ve Yezit onu sarayına almıştı. Lakin Zeynep her fırsatta Yezit’in ne büyük bir kötülük yaptığını söylemekten geri durmamıştır.