Feyruz’a… Bazı şarkılar vardır; dinledikçe dinlemek gelir içinizden. Sonra şarkıdan ziyade şarkıcıyı dinlediğinizi anlarsınız ve o sesin kime ait olduğunu araştırmaya başlarsınız “Le Beyrut” şarkısını dinlerken ağlamadığım gün, bilin ki ben zalimlerden oldum!
Kaç zamandır kaliteli yaşam denilince; iki ayağının üstünde dikilip çevreyi izleyen tavşanlar gibi pür dikkat kesiliyorum. Az yağlı yemekler ve şekeri azaltılmış içecekleri dolabıma doldurunca içimdeki ekşimenin geçeceğini söylüyor herkes, ben de inanıyorum. Dünya küreselleştikçe, binalar uzaya doğru yol alıyor; böylece yalnızlıklarımız enine küçülürken, boyuna büyümeye devam ediyor biliyorum ama yine de “yüksek binalardaki küçük daireler” cazip bir boş vermişlik sunuyor. Hem zaten kişi başına düşen milli daire miktarı da yükseliyor. Nerdeyse Amerika yapımı sitkomlardaki gibi mutlu mesut görünüyor her şey. Her şey iyi gibi yani…
Öyleyse biri şarkı söyleyen bu kadını sustursun. Tüm NLP programlarımı alaşağı eden, “ben” çipini merkezden çıkarıp “diğergamlık” dürtülerini ve sorumluluk kablolarını aktif hale getiren -hatta kısa devre yaptıran- bu şarkıyı yasaklasın biri.
Stresten uzak durun diyor kadın programlarının rütbeli(!) konukları… ve yoga yapın, meditasyon yapın, işaret parmağınızı baş parmağınıza dokundurup “om” deyin. Yaptım. İçimde bir külçe gibi ağırlaşan ve kımıldamayan sorumluluklarımın bir kelebek olup burnumdan “om” diye gökyüzüne yol almasını bekliyorum. Hayat ne güzel; kuşlar, böcekler, çiçekler, kalın cüzdanlar, esprili arkadaşlar, bedava kontör ve sms ler…. Hem karaciğerim iflas etmemiş, damarlarımdaki kan otobanda ibresi çıldırmış bir mersedes gibi yol almakta… Her şey iyi gibi yani…
Öyleyse biri şarkı söyleyen bu kadını sustursun. Düzmece mutluluklarıma sıkı bir kroşe gibi inen, patiskadan perdeler diktiğim köşklerime elindeki balyozla girişen, süper-mega-ciga-inter benliğimi şebek yerine koyup fındık-fıstık kabuğu atan, çoktan yenildiğim düşmanımla seviyeli beraberliğim devam ederken içimde tekme tokat atma reflekslerini yeniden tetikleyen; bu şarkıyı yasaklasın biri.
Huzursuz bir nesil diyenler var. Huzurlu gibiyim oysa. Duyduğum huzurun en kâmil olanı; “boş duran bir daireyi bir senelik peşinatla uygun fiyata bağlamak” cinsinden. Yani huzurluyum… Gazetelerin kariyer eklerini okurken, bir avuç sümüklü oğlanın şiir yarışına şahit olurken, bonuslarım chiplerim kabarırken, üstün olduğum polemiklerin kronolojik sıralamasını yaparken huzurlu gibiyim. Annem bana yıllar önce “arkadaşın camdan atlasa sende mi atlayacaksın” demişti. Ben de sözünü dinleyip yıllardır atlamadım hiçbir müslümanın arkasından; ne yoldaş olmak için ne kurtarmak için. Ama huzurluyum içimde tüm huzursuzlukları örtecek kocaman bir “ben” var. Bu ben hepimizin içinde dolanıyor ve hepimize yeter; karanlık sığınıklarda büyüyen soluk benizli çocuklara da, iki büklüm hamallara da… yani her şey iyi gibi.
Öyleyse biri şarkı söyleyen bu kadını sustursun. Yönümü geniş bulvarlardan ara sokaklara çeviren, pancar motoru gibi kendi gürültümle yaşarken cılız bir melodiyle ruhuma nokta atışları yapan, şıkır şıkır zincir sesleriyle dolu gülüşmelerin ortasına özgürlük mayınları sıralayan, çikolata ve muz ile tetiklediğim mutluluk hormonuma hüzün formatları atan bu şarkıyı yasaklasın biri.
Bu yazıyı devam ettirebilirim. İçsel bir savaştan sıçrayan kelimeleri ortaya dökmeye devam edebilirim. Cılız seslerimin üstüne yağan güçlü bir şehrin; kurak bitki örtüme nasıl sedir ve limon ağaçları ektiğini anlatabilirim.
Biz konuştukça şehirleri kirletiyoruz; sözlerimiz içimizde durunca kalbe ziftten bir cila atıyor, dudağımızdan çıkınca gökyüzüne asit ve karbon monoksit oluyor. Kudüs demek bir işe yaramıyor; 1969’un Kudüs’ü gibi yanmadıkça… Bosna; demek bir işe yaramıyor; 95 Temmuzun da parça parça olmadıkça. Beyrut demek bir işe yaramıyor; feyruz gibi dünyayı ağlatmadıkça…
İçimizde bir Beyrut var kaybedildikçe kazanılan, kazınıldıkça kaybedilen. İçimiz de bir Beyrut var; paylaşıldıkça yıpranan, yıprandıkça paylaşılan, kendimizi ara sokaklarında kaybettiğimiz, deniz kenarlarında bulduğumuz… içimizde bir Beyrut var elimizden tutup giden, elinden tutunca kalan; ne mutlu ne de mutsuz, sadece savaşan!
Efendimiz( a.s) bir savaş dönüşü sahabe dostlarına şöyle buyurmuştur: “Şimdi küçük savaştan büyük savaşa dönüyoruz’’ Büyük savaş nedir ey Allah’ın Resulü? diyenlere ise şöyle seslenmiştir: O’ nefsinizle yaptığınız savaştır.
Ey Beyrut!
Selam sana yüreğimin derinliklerinden
Kabul edin selamımı ey denizler, evler
Ve eski denizlerin yeni yüzü çöller
Yaşlı bir denizcinin yüzü kadar
Eski ve onurlu bir selam sana