Kemal Işık
Müslümanlar için bir çok derdini, meramını anlatma yolu var, kimisini kullanıyor, kimisini es geçiyoruz. Felsefe, siyaset, sanat bunlardan birkaçı. Müziğin bireyin eylemsel hayatını nasıl etkilediğine dair görüşlerimi, tespitlerimi bir önceki yazımda ( bkz. Genç temmuz sayısı/Makinenin Karşısındaki Öfke Olmak ) belirtmiş, bir müzik grubunun, şarkının bireyin hayatına siyasi açıdan neler katabildiğini, bireyi nasıl değiştirebileceğini kendim üstünden örnekler vererek açıklamıştım. Uzunca zamandır görüşmediğim bir arkadaşıma Keny Arkana’nın La Rage (Öfke) adlı klibini izletince gözlemlediğim tepkiler ve sonunda “abi yeter, ben artık bu dünyaya tepki vercem” şeklinde aldığım geri dönüş bu düşüncemi bir kez daha haklı çıkarmamı sağladı. Müziğin bireyler üzerindeki etkisiyle bağlantı kurabileceğim bir olay da sesinin çok güzel olduğu belirtilen Hz. Ebubekir’in, evinin arkasında namaz kıldırırken yoldan geçen Mekkeli müşriklerin sesini duyup, gizlice onu dinlemeleri ve ayetlerdeki hoşluk, edebi güzellik karşısında birer birer Müslüman olmalarıdır. Çoğumuz beğendiğimiz şarkıların içeriğini merak eder, daha bir dikkatli dinlemeye başlar, söyleyenin derdini anlamaya çalışırız. İslami dünyanın kaygıları gözetilerek icra edilen kaliteli müziğin Hz. Ebubekir örneğinde olduğu gibi bireylerin algılarını lehimizde açacağı ortadadır.
Müzik, biz Müslümanlar açısından boş kalmış bir cephe kanımca. İçtihadın gereği olan “derdini yaşadığın zamana, coğrafyaya göre anlatabilmek” tanımına uygun olarak gerçekleştirebilen, en azından bunun eksikliğinin farkından olan çok az İslami grup, cemaat var. Genelde muhafazakar olarak tabir edilen kısmın dinamizmden yoksunluğunun yol açtığı coşkusuzluk, radikal olarak tabir edilen kesimin ise her türlü “ötekileştiriciliği”, dışlamacılığı, üstüne üstük dertlerini diğerlerinin anlayabileceği formatta onlara sunma yollarının, gerek sinemanın, gerekse müziğin fıkhi yollarla kapalı olduğunun söylenmesi bizleri içine kapanık bir cemaat haline sokuyor, yeniye, yeni Müslümanlara ve dolayısıyla yeni, farklı düşüncelere, kapalı hale getiriyor. Kendi yağında kavrulan, halinden memnun, derdi olmayan, statükocu bireylere dönüşüyoruz. Pink Floyd’u dinleyerek maddeci, bireyci dünyaya tepki verir hale gelen, Led Zeppelin dinleyerek spiritüelizmle haşır neşir olmaya başlayan, 50 Cent ve benzeri grupları dinleyerek “zengin hiphopçılığın” ve Amerikan Rüyasının özlemini duyan veya A Perfect Circle dinleyerek inandıklarımıza küfretmeye başlayan binlerce insan varken neden biz Müslümanlar bu cepheyi boş bırakarak belki de birçok şeye vesile olabilecek bir dalın esgeçildiğini göremiyoruz.
John Lennon denen bir adam şarkılarıyla, konuşmalarıyla Vietnam Savaşını eleştirdi, insanları uyandırdı ve başlayan şiddetli iç muhalefete, eylemlere, olaylara direnemeyen ABD hükümeti Vietnam Savaşını bitirmek durumunda kaldı. Ne cephede alınan yenilgiler, ne de Sovyetler’in bitiremediği savaşı, Beatles grubunun eski solisti olan bu adam şarkılarıyla, konuşmalarıyla ve bunlarla başlattıklarıyla bitirdi. Pink Floyd denen bir topluluk şarkılarıyla bize dayatılanlara, maddiyatçılığa karşı durmayı, modernizmin bize unutturduğu hayatımızdaki küçük şeylere bağlanmayı, ezilmemeyi, ezdirmemeyi öğretti. Çektikleri filmle (The Wall) 68 hareketine önemli faydaları dokundu. Oluşturdukları etki öyle büyüktü ki, Amerika’da lise gençliği, Almanya’da ise garip bir şekilde ortaokul gençliği kendilerine öğretim kurumları ve elemanlarınca yapılan dayatmalara, zorlamalara, tektipleştirmeye karşı isyan ederek, tüm gençlik ile protestolar, yürüyüşler organize edip, hep bir ağızdan Pink Floyd’un sloganını haykırdılar: “We don’t need education” (Eğitime ihtiyacımız yok) Başlayan hareket eğitim kurumları tarafından ancak güç kullanılarak veya çok büyük tavizler verilerek bastırılabildi. Rage Against The Machine denen bir grup muhalif başlatılan harekete – bkz. Seattle Olayları - verdikleri destekle tarihe “kapitalizmin kalbindeki isyan” olarak geçen ve dünyayı, dünyadaki örgütlenmeleri, stratejileri tamamen değiştiren bir olaya vesile oldular.
Bizler neredeyiz diye soracak olursak… Dünya bu şekilde derdini anlatırken, tepki verirken bizler televizyonumuzun karşısında oturmuş, Irak cephesinin halini, Filistin’deki iç savaşı, Çeçenistan cephesinden her gün gelen şehadet haberlerini izleyerek iç geçiriyoruz, bela okuyoruz. Dünya’da zulüm, adaletsizlik bu denli aleniyken, bizler sanki nesnesi kardeşlerimiz değilmişçesine kafamızı kuma, fıkhın içinden çıkılmaz meselelerine, vurdumduymazlığa, daha da kötüsü vicdan rahatlatmacı yapay duyarlılığa gömüyor veya Uluslararası Mason İstilası, Sabetayistlerin Gizli Amaçları gibi komplo teorileriyle zaman geçiriyoruz. Daha da garip olan milyarlarla ifade edilen bizler, bu konuda oy vermekten, bela okumaktan, kalbimizle nefret etmekle kalmayıp, gerçekten bir şeyler yapanların yoluna haram, kendilerine de kafir diyoruz. Bu insanları ötekileştirdiğimiz gibi kullandıkları yolları da gayri-meşru olarak nitelendiriyoruz. Soyut düzlemdeki milyonlarca nefret sıcak yatağa, o biricik eğitim kurumuna kurban ediliyor. Bunlar bana Afgani’nin bir sözünü hatırlatıyor.
“Ey Müslümanlar! Sizler insan değil de sinek olsaydınız, vızıltınız İngilizleri sağır ederdi”