
Musa Topbaş hazretlerinin sık sık söylediği şu sözü bir büyüğümüzden duyduğumda çok etkilenmiştim:
“Emrin büyüğü küçüğü olmaz, emri verenin büyüğü küçüğü olur.” Hakikaten birine bazen bir iş veriliyor. O da kendi iç dünyasında ona bir değer biçiyor ve buna göre o işe ehemmiyet veriyor. Bu konuda çok hassas davranıldığı gibi bazen de çok ihmâlkâr bir tavır sergilenebiliyor. Halbuki böyle bir durumda dikkat edilmesi gereken şey, işin mahiyetinden çok, işi veren kişinin konumudur. Yani emri veren gözünüzde büyükse onun verdiği her iş de büyüktür. İsterse o, filana şu havluyu tut desin, isterse şu kapıdan birisini al, gel desin. Ya da şu çocuğu bahçede biraz gezdir desin. Bunların arasında hiçbir fark yoktur. Hepsi de önemli ve büyüktür. Zira işimizin küçük ya da büyük olması ona o anda yüklediğimiz misyona bağlı. Yani bakış açımıza ve o işe verdiğimiz ehemmiyete göre o işten netice alınır.
Farklı bir açıdan da olsa meselenin anlaşılmasına katlıda bulunacak olan şu olayı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bir ara ilahiyat öğrencilerden birisi hadis dersi hocasına: “Hocam bize hep uyutan hadisleri okuyorsun” diyerek itiraz etmiş. Hoca da: “Bak şu küstahlığa, bak şu edebsizliğe” diyerek büyük bir tepki göstermiş ve sonra da:
“Evladım! Hadis sana uyu diyorsa senin yapacağın iş uyumaktır. Sen Allah’ın Rasulü’nün hadislerini ayırıma tabi tutuyorsun, bu uyutuyor bu uyutmuyor diye. Halbuki onun her hadisine, her emrine aynı derecede ehemmiyet göstermen gerekiyor. Zira Rasulullah’ın emri en büyük. Çünkü insan olarak ondan daha büyüğü yok. Demek ki, bu söylediğinin büyük bir edebsizlik olduğunu sana öğretmek gerekiyormuş baştan” diyerek ona güzel bir ders ve ölçü verir.