
Selçuk Küpçük
“Gece kurt ulurken geldik dünyaya
Halka vatana ve Allah’a bağlıyız biz
Lailaheillallah”
Ben İmam Alim Sultan’dan söz açınca sevgili aranjörüm Gündoğar cüzdanından küçük bir plastik parçası çıkardı. “Bu gördüğün şekilsiz, gelişi güzel bir plastikten kesilerek yapılmış şey, İmam Alim Sultan’ın gitarını çalmak için kullanmak zorunda kaldığı ve kendisinin yaptığı bir pena. Bu şekilsiz plastik parçası ile gitarını çalıyordu stüdyoda. O’ndan aldım bunu ve kendi gitar penamı verdim. Yıllardır cüzdanımda saklıyorum O’ndan hatıra olarak” dedi. Bütün bu olup bitenler benim, bir kez daha dünyaya aynı duyarlılıklar mevzisinden bakan müzisyenlerin kimliklerini inşaa ettikleri soylu medeniyetin kardeş çocukları olduğu inancımı derinleştirdi. Bizler Feyruzlar’dan, Ümmü Gülsümler’den, Nusret Fatih Ali Hanlar’dan, Muharrem Ertaşlar’dan devranılan bir ses evreninden bakmak zorundayız dünyaya. Zihni sınırlarımız, bu medeniyet dokusunun bilinci ile şarkılarını söyleyen her Müslüman halkın, her Müslüman müzisyenin evinin kapısına kadar ulaşmalıdır. Bu yüzden aranjörüm Gündoğar dilini bilmediği halde, medeniyet kardeşliğini paylaştığı İmam Alim’in gelişi güzel bir plastik parçasından yaptığı penayı kaç yıldır cüzdanında taşıyabiliyor.
Şili’li ozan Viktor Jara’nın bir sözü var : “Ben sesim güzel olduğu için değil, türkü söylemeyi çok sevdiğim için değil, türkü söylemek gerekliliğine inandığım için türkü söylüyorum” diyor. Viktor Jara Şili’deki Amerikan yanlısı 1973 askeri darbesi sırasında tutuklandı ve işkence ile el parmakları kırıldı. Sonra da artık hiç şarkı söyleyemesin diye makinalı tüfekle öldürdüler Jara’yı Santiago`daki Şili Stadyumu’nda yüzlerce arkadaşı ile birlikte. Viktor Jara’nın türküler için söylediği manidar sözü İmam Alim Sultan için de çoğaltabiliriz. Çünkü O da halkı için kendi türkülerini söyleyen ve katledilen bir ozan. Jara’nın Amerikan emperyalizmine karşı dillendirdiği türküleri gibi, İmam Alim de bir Çeçen olarak Rus emperyalizmine karşı İmam Mansur’dan, Şeyh Şamil’den devraldığı cihad ruhu ile gitarı işliğinde direniş türküleri haykırıyordu.
1957 yılında Kazakistan’da ailesi sürgünde iken doğan İmam Alim Sultan, Ziraat Mühendisliği eğitimi görmesine ve ardından Yeraltı Sularının Hareketi üzerine master yapmaya karar vermesine rağmen yozlaşan ve ahlaken çöken Sovyet halkı ve büroksasisi karşısında mesleği ile ilişkisini kopartarak, 1986 yılından itibaren başta Çeçenya televizyonu olmak üzene bütün Kafkasya Cumhuriyetlerinin televizyonlarında konserler vererek, yıllardır bilinci imha edilmeye çalışılan halklara müziği ile köklerini hatırlatan, köklerine dönmeleri çağrısını yapan bir duruşun peşinde oldu. Akraba olan bütün Kafkas halklarının tarihsel gerçekliğine yaslarak söylemini Birleşik Kafkasya düşüncesi üzerine kurguladı. Ancak O’nu asıl İmam Alim yapan şey, kaç yüzyıldır süren büyük Çeçen direnişinin son halkası olan 1994-1996 Çeçen-Rus savaşı sırasında cephe cephe gezerek söylediği türküler olmuştur. Savaş başladığında hiç tereddüt etmeden eline silahı alarak direniş saflarına katılmasına karşın, halkı gibi kahraman ve asil Çeçen komutan rahmetli Dudayev’in “Senin silahın gitarındır. Onunla yüz füzeye denk iş yapabilirsin” sözü üzerine gerek savaşan kardeşlerine cihad şevki vermiş ve gerekse ülkesi dışındaki konserlerde sahne alarak topraklarının işgalini ve halkına karşı girişilen soykırımı bütün dünyaya duyurmaya çalışmış, bu arada yazdığı bir şiiri de Çeçenya Parlementosu tarafından Çeçenya’nın “İstiklal Marşı” olarak kabul edilmiştir. Dolayısı ile O’na bir anlamda Çeçenya’nın Mehmet Akif’i bile dememiz mümkün. Gitarı ile cepheleri birer birer dolaştığı süreç içerisinde Türkiye’ye de gelen ve bir çok ilde organize edilen konserlere katılan İmam, İnsani Yardım Vakfı İHH’nın ve Çeçen Dayanışma Komitesi’nin desteği ile üç kaset çıkardı. İmkansızlıklar yüzünden çok kötü kayıtlar ve bir orkestrasyondan yoksun olarak salt kendi çaldığı gitarı ile okuduğu eserlerinden oluşan bu kasetler, dilini anlamasak da aynı medeniyetin kardeş çocukları olarak bu ülkede karşılık buldu. Zaten bir söyleşisinde dediği gibi (Akit gazetesi. M. Ali Tekin ile Çeçenya’da 01.11.1995’te yaptığı söyleşi. Yayın Tarihi 19.03.1999) “ezgilerin sınırı yoktur”. Ki bu ezgiler tarihsel ve toplumsal karşılığı olan ve yüzyıllardır küçücük bir halkın devasa Rus ordularına karşı kahramanca, korkusuz direnişini anlatan öykülerden oluşuyorsa, mutlak benzer acıları paylaşmış diğer halklarca da bağırlara basılacaktır. Ve ülkemizde de öyle algılanmıştır İmam Alim’in türküleri.
1996 yılının Kasım ayının 11’inde İmam Alim Sultan Ukrayna’nın Odesa şehrinde bir otel odasında kalırken birden bire kapı hararetle çalınmaya başlar. Kapıyı şiddetle çalan kişi içeriye şöyle seslenmektedir :
-Beyefendi! Beyefendi! Arkadaşınız otelin önünde bir kaza geçirdi. Lütfen kapıyı açın! Bütün Kafkas halkları gibi içinde soylu bir insancıllık ve merhamet taşıyan İmam Alim hemen yardıma koşmak için kapıyı hızla açar. Karşısında hiç tanımadığı biri, elindeki silahı tereddütsüz O’na çevirir ve mermileri, halkının acılarını bir bayrak gibi taşıdığı merhametli göğsüne doğru boşaltır. Orta boylu, siyah saçlı, açık alınlı ve iki çocuğunun sıcaklığını taşıyan geniş omuzlu bedeni parçalanmış olarak kanlar içinde yere yığılır İmam Alim Sultan’ın. Ne gariptir ki bu zamana kadar sadece gitar tutan ve bir insanı öldüremeyecek kadar narin olan parmakları arasında, biraz evvel odada yazmaya başladığı son şiirinin şu ilk dizelerinin yer aldığı bir kağıt parçası vardır :
“Aşığım sana Ya Rabb! Bu beden zindanında
Mahpusum. Kurtar beni, bir şehadet çağrınla”
İmam Alim Sultan ve 3 arkadaşı FSB ajanları (eski KGB) tarafından Ukrayna’nın Odesa şehrinde şehit edildiler o gün. O’nu şehit edenler biliyorlardı ki, İmam’ın elinde tuttuğu gitar bir kalaşnikoftan daha etkili ve yıkıcı olabiliyordu. Çünkü O, gittiği her yerde yurdu işgale ve halkı tecavüze uğramış bir avuç Kafkasyalı’nın, Rusya ne kadar dış dünyaya duyurmamaya çalışsa da haklı mücadelesinin propagandasını yapıyordu. Şu da bir gerçekdi ki modern dünya ve Birleşmiş Milletler dediğimiz şey de aslında koca bir yalandan ibaretti. Müslüman halklara yönelik işgal ve soykırımlar herkesin gözü önünde vuku bulurken, modern dünya sadece gözlerini kapayarak, kulaklarını tıkayarak dönmekten başka bir işe yaramıyordu. İşte yıllardan beri Filistin, Bosna, Açe ve Çeçenya.. Yine de bütün bunlar İmam Alim’in türküleri ve ülke dışında verdiği konserleri ile tarihe bir kez daha not düşüldü. Batı’nın her zamanki ötekileştirici tavrı ve iki yüzlülüğü, Müslüman kıyımları karşısındaki duyarsızlığı, bu kıyımlardan direnişle çıkan asil çocukların bilinçlerine silinmemecesine bir kez daha kazındı.
Bizler İmam’ı dünyaya ilişkin bütün olumsuzluklar karşısında söylediği ve hiç unutamadığımız şu sözü ile de hatırlayacağız : “ ALLAH VAR, PROBLEM YOK !”. Etrafı sarılmış savunmasız kadınları, çocukları ve yaşlıları katledilen, büyük Rus ordusuna derme çatma silahları ile kafa tutan, yaralılarına ve hastalarına ilaç bulamayan, hiçbir bilgi verilmeden evlerinden alınıp götürülen ve öldürülen kocalarının naaşlarına ulaşmak için akıl almaz güçlüklerle yüzleşmek zorunda kalan gözü yaşlı kadınların oluşturduğu ve belki de ironik bir şekilde, gitarını çalacak pena alamayacak kadar yoksul, ama başı dik gezen bir halkın evlatları arasında yer almanın soyluluğunu göğsünde taşıyan bir ozan’ın sözleri olarak hatırlayacağız bizler bu cümleyi. Çünkü, ALLAH VAR, PROBLEM YOK!
Şehadetinin 11. yılında rahmetle anıyoruz İmam Alim Sultan’ı.