Sünnettir, fıtrattandır diyerek süt içmeye karar verdiğinizde, marketin soğuk hava üfleyen raflarında istediğiniz markanın sütünü bulamama ihtimaliniz var. “Hmmmm. Bunların hepsi …….”. Onu da içmiyoruz ki. Gandhi gibi yanımızda sütünü sağıp içebileceğimiz bir keçimiz de yok.
“Sene 71 idi, o zaman ben yeni gelmiştim İstanbul’a, yanımda geri dönmeye yetecek kadar bile para yoktu” gibi ayrıntılarla anlatılan, tarihi muhakkak hatırlanan hatıraları dinlemekten keyif duymakla beraber biraz da kıskanırım. Sanki benim hiç öyle sene ile kayıt altına alınmış hatıralarım olmayacakmış gibi. Sanki seneler öyle hızlı geçiyor ki bir yerlere kayıt olarak düşmek için hep çok geç kalınmış gibi.
Seneleri bir de rakamlar üzerinden değil, düzenli gelen zamanlar üzerinden kayıt altına almak mümkün. Mevsimlerin geçişi, okulların açılması, kuzuların melemesi, panayırlar, Ramazanlar gibi. Geçen Ramazan nasıldı, ya bir önceki, İstanbul’daki, Medine’deki, açılışını yalnız yaptığımız Ramazanlar… Ramazan’ı beklemek de, onunla seneleri saymak da güzel. Ramazan deyince gözleri ışıldayan, yüzü, kavuşma heyecanı ile gevşeyen insanlardan olabilmek de.
Bir an önce eve ulaşmak, gündüzü evde karşılamak için gecesi tercih edilen yolculuklarda, molalarla sahur vakitleri çakışıyor (tamamen tevafuk). Öyle zamanlarda koltukta uyumaktan tutulmuş boyunlarla doğrulup, yeriniz yettiğince gerinip şöyle bir etrafa bakılır. Otobüsün kararmış camlarından, ilerde görülebilen tek tük ışıkları izler insan. Oralarda bir yerde şimdi sokaklar davul sesi ile uykusundan uyanacaktır. Mutfakların ışıkları yanacak ve üşümüş ocaklarda çorba ısınacaktır.
Bu yolculuk esnasında bizim görebileceğimiz en ışıklı yer ise mola verdiğimiz dinlenme tesisleri. Dışarı çıkan her insanın, üşüdüğünü her halinden belli ettiği, gözleme yapan kadının önünde kalabalığın giderek arttığı mekan. Lavaboya gidenler, markete, hediyelik eşya dükkanına girenler, banklarda oturanlar, gözleme alanlar, ayakta atıştıranlar, sigara tellendirenler ve tabi ki otobüsten iner inmez cep telefonuna sarılanlar. Molaların görüntüsü her zaman az çok aynı. Fakat illa ki gece olunca her hareketin ve seslerin üzerine bir örtü çekilir, canlı rengini, sesini kaybeder bu manzara.
Şimdi hepsinin yanında, sahur vakti. Moladan sonra otobüste tekrar çay, kahve, meyve suyu ve kraker, kek servisi olacak. Onların yanına bir şeyler daha almak lazım mı? Alınabilecek her ne varsa, ev sahurlarını tutmayacak. Tıpkı yolcu koltuklarının iyi bir uyku için gerekli hiçbir şeyin yerini tutmadığı gibi. Gerçi iyi uyku mekana bakmaz her zaman. İyi bir sahur da, sadece yiyeceklerden beslenmiyor olsa gerek. Bereketini çok farklı yüzlerle de sunabilir bize. Fakat hışırtılı paketlerini açıp yediğimiz her şey epey uzak kalacak o havaya. Sahurun ve iftarın özellikle ev sofraları ile bütünleşen o sıcak havasına.
Sünnettir, fıtrattandır diyerek süt içmeye karar verdiğinizde, marketin soğuk hava üfleyen raflarında istediğiniz markanın sütünü bulamama ihtimaliniz var. “Hmmmm. Bunların hepsi …….”. Onu da içmiyoruz ki. Gandhi gibi yanımızda sütünü sağıp içebileceğimiz bir keçimiz de yok. Işıkları bile zor seçilen köylerde muhtemelen vardır sabah sağılmış süt. Ama bize uzak.
Şimdi bir kraker, köpük bardakta sıcak çay. “Yarın acıkırsın ama?!”. Eh Ramazan bu. Acıkmadan oruç mu tutulur?
Artık yol boyunca iyice aşina olduğunuz elektrik direkleri, birer birer yanınızdan geçer. Evet sanki siz onların yanından değil de onlar sizin yanınızdan akar dururlar. Düzgün bir yol ve gece birleşince sanki zaman da uykuya dalar.