
Yusuf Deren
Genç Siviller, ‘Yüzde 52’ hareketiyle kıyaslarsak oldukça sağlıklı, yapıcı ve etkili bir gençlik hareketi. Yüzde 52, bir pesimizmin, bir nihilizmin peşinde koşarken, Genç Siviller daha normal, daha demokrat, militarist olmayan, kimsenin kıyafetinden dolayı aşağılanmadığı/kategorize edilmediği bir Türkiye hedefliyor…
‘Genç Siviller’den Turgay Oğur’un Çankaya Köşkü’ndeki resepsiyona converse ile katılması kimilerine epey itici gelmiş. Kendine herkesin beğendiğini yerme, başkalarının sevmediğini göklere çıkarma gibi bir algoritma geliştirmiş Hıncal Uluç’la yıldızı bir türlü barışmayan Ahmet Hakan, Uluç’tan bu yöntemi ödünç alarak converse eylemi hakkında şunları yazmış:
“İyi, güzel, şeker bir eylem ama işte yine sıfır riskli bir eylem... Ayrıca: İktidarın bir kanadına posta koyarken, iktidarın başka bir kanadının kanatları altına girmek de cabası... Kısacası ben biraz "kıl oldum" bu eylemden...”
Yazara göre bir eylemin başarılılığı; demek ki amaca uygunluğu veya içindeki zekâ pırıltıları değil, içinde barındırdığı riskle ve yenilen copla ölçülmeli. Yani üç beş genç bir araya gelmeli; otobüs yakmalı, kaldırım taşlarını söküp polise fırlatmalı, siftahını ancak öğleden sonra yapabilen masum esnafın camlarını indirmeli, ne bileyim biber gazı yemeli, ortalığı karıştırmalı, trafiği felç etmeli filan…
Genç Siviller, ‘Yüzde 52’ hareketiyle kıyaslarsak oldukça sağlıklı, yapıcı ve etkili bir gençlik hareketi. Yüzde 52, bir pesimizmin, bir nihilizmin peşinde koşarken, Genç Siviller daha normal, daha demokrat, militarist olmayan, kimsenin kıyafetinden dolayı aşağılanmadığı/kategorize edilmediği bir Türkiye hedefliyor…
Yüzde 52, üyelerini oy kullanmamaya davet ederken, Genç Siviller “27 Nisan 23.30`da Genelkurmay Başkanlığı`nda uykusu kaçan birilerinin anayasal yetkilerini aşarak yayınladığı muhtıra”ya karşı herkesi sandık başına çağırıyordu 22 Temmuz’da. Yüzde 52, açlık sınırında yaşayan güvenlikçilere “güve” diyerek ve onları eylemlerinde hedef alarak, yani sorunu güvenlikçilere indirgeyerek çözümü ıskalıyordu aslında. Sorun, kapıdaki “yasak ablacığım” diyen kişide miydi, yoksa kafasından yasaklar uyduran zorbalarda mıydı, işte bunun ayrımında değildi yüzde 52 ve yıkıcı eylem, insanların sadece kendini tatmin ettiği eski bir solculuk hastalığıydı.
12 Eylül sonrası gençlerinin depolitize olduğu yolundaki o sıkıcı laf elbette büyük oranda doğru. Ama herkesin birbirini tavuk gibi boğazladığı, farklı fraksiyondaki insanların gittiği kahvehanelerinin bile farklı, ideolojinin ayrışma sebebi olduğu ve herkesin ‘görüş’ünü putlaştırdığı bir dönemde mi, yoksa gençlerin dünyadan ve çevresinden bîhaber olduğu bu zamanda mı yaşamak daha iyi, inanın kestiremiyorum.
Aslında sadece Genç Siviller’in varlığı bile gençlerin öyle zannedildiği gibi depolitize filan olmadığının da bir kanıtı. En azından bazı gençler çıkıp seslerini yükseltiyorlar, yasaklara karşı çıkıyorlar, saçma sapan uygulamaları tiye alabiliyorlar, mesela şu cümleleri dillendirebiliyorlar:
“Burası askerlerin her kafasına estiğinde darbe yaptığı bir Muz Cumhuriyeti değil.1876`dan beri Meclis`i olan 1908`den beri seçimlerin yapıldığı, 1923`ten beri Cumhuriyet olan bir ülke... Askerler ve onların arkasında tek sıra hizaya gelmeyi siyaset yapmak, gazetecilik yapmak, sivil toplumculuk oynamak zannedenler bu gerçeği kabul etmeyi öğrenmeliler. Zor zamanlarda demokrat olma sınavında sınıfta kalan siyasetçileri, gazetecileri, akademisyenleri, önceki darbelere destek veren meslektaşlarının yanına, yani tarihin çöp tenekesine gönderiyoruz!”
Yüzde 52 ne diyor? Ne diyecek; öfke diyor, taş diyor, sopa diyor, cop diyor, ÖSS diyor... Evet, ÖSS derken haklı da belki. Tamam, insanların birikimleri 3 saatle ölçülmesin, tamam, gençlerin geleceği, dışına taşırmadan işaretlemek zorunda oldukları kutucuklarda olmasın, tamam, soru bankaları kutsal kitap mesabesinde görülmesin öğrencilerce… Bunların hepsine tamam… Ama insanların bir şekilde elenmek zorunda olduğu böylesi bir sistemde, sınava giren öğrencileri hayatın başka alanlarına kanalize edecek bir politikanız, bir hedefiniz var mı, onu söyleyin…
Tamam, kimse çalışmasın ÖSS’ye, yaprak testler girmesin öğrencilerin rüyasına, herkes boş versin ders çalışmayı… Sonra? Sonrası için bir çalışmanız veya teklifiniz var mı? Gençlerin bunalımı için, ruhi çöküşleri için bir şeyler düşünüyor musunuz? Daha ahlaklı, daha duyarlı, çevresine daha saygılı, yiyip içmekten başka amaçları/eylemleri de olan gençlerin yetişmesi için yapılacaklar hakkında söylediğiniz bir şey var mı? Sizce bir ortamı düzeltmek orayı ateşe vermekten daha sağlıklı değil mi? Yapıcı olmak, kırmaktan çok onarmayı dert edinmek daha mantıklı değil mi? Yoksa amaç sadece eylem yapıp rahatlamak mı? Nedir yani?