
Murat Küçükçifci
Makineye kurban gitti barbarlığımız. Bir zamanlar çok konuşurduk. Çok konuşur selam verirdik. Çok konuşur musafaha ederdik. Çok konuşur hal hatır sorardık.
“Kafam ağrıdı. Amma da konuşuyorsun (barbar)bar.” Evet barbar. Eskiler böyle derlermiş çok konuşanlar için. Peki, biz barbar mıyız? Değiliz ama barbardık. Ve diyorum ki keşke barbar kalsaydık. Niye mi? Buyurun okuyalım:
Makineye kurban gitti barbarlığımız. Bir zamanlar çok konuşurduk. Çok konuşur selam verirdik. Çok konuşur musafaha ederdik. Çok konuşur hal hatır sorardık.
Telefonlar ve bilgisayarlar çaldı barbarlığımızı. Televizyonda bir yazar “Şimdiki gençler genç değil gnc” demişti. Ne kadar da doğru… Dilimizi söktü bu makineler. Dilimiz söküldü yazamıyoruz. Dilimiz söküldü konuşamıyoruz. “Sükût altındır” diye kaldırma parmağını ey okuyucu. Biz de biliyoruz altındır lakin bizimkisi altından değil tenekeden bir sükût. Keşke Cemil Meriç sükûtu olsaydı yaşadığımız. O zaman susmanın altın olduğu sarrafta başköşeye oturturlardı bizi. Şimdi hem susuyoruz hem kapı ağzındayız. Kitaplar değil bizi susturan. Makineler…
Para sayma makinesi bizi sayıyor. Ölü sayma makinesi…
Bilgisayar bizi açıyor. İnternet yoksa biz de yokuz. Bugün Pazar. Dükkân kapalı…
İnternetsiz günlerin hepsi Pazar…
Barbar yanımızla aramıza kitaplar girseydi keşke. O zaman düşmanlık içimize düşmezdi. O zaman dostluklar yaban düşmezdi. Kitaplar adam yanımızı alabildiğine barbarlaştıracaktı. Yani gürleştirecekti.
Özdemir Asaf’ı okuyacaktık.
“Sana gitme demeyeceğim
Ama gitme lavinya” mısralarını. Ve her şeye rağmen gitme diyecektik gitme niyetindeki bütün güzelliklere. Reşat Nuri’yi okuyacaktık belki de. Ve yaprak dökmemek için eylülde sevecektik barbarca. Sevecektik ilk seven biz gibi. Börtü böceği, sevgiliyi, güvercini, yağmuru, dilenciyi… Sevecektik… Ve tabii… Sevilecektik… Halide Edip’i okuyacaktık bir gün. Cephede Allah derken Fatma’ya veda etmenin anlamını duyacaktık. Ve satırlar Allah demeyen yanımıza sus diyecekti.
İstanbul’a da yarayacaktı bu kitaplı barbarlığımız. İstanbul’la da konuşacaktık. Denize içimizi dökecektik. Çöp dökmek yerine. Martılar da sevecekti bu okuyan yanımızı. Kuşlar yem dilenmeyeceklerdi. Ve mahallemizdeki kediler de isyan etmeyecekti Orhan Veli’nin fakir kedisi misali. Ve biz Süleyman misali onların dilinden anlayarak istenilmeden verecektik verilmesi gerekeni.
Ey okuyucu! Her şey bitti dediğini sanma bu satırların. Neyi kaybettiğimize dair bir hatırlatma denemesidir bu yazdıklarım. Ve biz hatırlarsak neyi kaybettiğimizi iş bitmiş değil başlamış olacak. Yani okuyucu senin anlayacağın ben karamsarım. Ama kötümser değilim. Ve ben ümitvarım. Bütün barbarlığımla da varım. Sen de var mısın?
Bana bak okuyucu! Bak ki üzüm üzüme baka baka ağarır. Selam ve dua ile. Veminallahittevfik.