
Cihan Taştan
`Uzayda bir yerlerde akıllı dinozorlar var`
Sabah saatlerinde yayımlanan “Uzay’da bir yerlerde akıllı dinozorlar var” (Ntvmsnbc) başlıklı bilim haberinde, bir bilim insanının dünya üzerindeki canlıların yapıtaşı olan aminoasitlerden bahsederek bu sonuca ulaştığını okuduk...
Aminoasitler, DNA’mızda şifrelenen kodların protein haline dönüştürülmesi sırasında kullanılan ‘tuğlalar’ olarak bilinmektedir. Ancak bu tuğlalar bu kadar basit şekilde açıklayabileceğimiz bir yapıya sahip değillerdir.
Simetri, kâinat üzerindeki tüm varlıklar üzerinde karşılaşılan ve Sünnetullah’tan olan bir özelliktir. Zaten bundan dolayı evrim görüşünü benimseyen insanların içinden çıkamadığı bir olgudur da. Çünkü eğer canlılar ‘rastgele yani tesadüfi’ mutasyonlarla şu anki kemâle ermiş insanoğlu haline gelebiliyorlarsa, öyle bir sistem olmalı ki, tesadüflerle insan haline gelene kadar “simetri” özelliğini milyonlarca sene koruyabilsin!
Simetri nedir?
Vücudunuzun bir yarısının diğer yarısına tamamen benzemesi ve ayna görüntüsü oluşturmasıdır...
Ne tesadüf ki (!) aynı özellik taaa küçücük molekül yapısında da korunmaktadır ve aminoasitler de L ve D ile isimlendirilen iki ayna görüntüsüne sahiptir. Dünya üzerindeki hemen hemen tüm canlılarda D-geometrisine sahip aminoasit tuğlaları kullanılır. Bazı bakteriler istisna :)
Habere konu olan bilim insanı, tamamen kafasında oluşturduğu bir hipotezle dünya üzerinden kopmuş olabilecek bir meteor üzerinde taşınan L- geometrisine sahip aminoasit tuğlalarından başka bir gezegende evrim sonucu (!) bizim tam aksimiz olan canlılar olabileceğini öne sürdü.
Hipotezlere karşı değilim; zira herkes istediği gibi düşünme ve düşündüğünü açıklama hakkına sahiptir. Dikkat çekmek istediğim nokta;
Bilim insanının ‘bilimsel gerçek’ kabul edilen L- ve D- aminoasitleri yapısından yola çıkarak, hayâl ve kurgusu ile birlikte, hipotezini ‘’bilimsel bir dergide’’ araştırma olarak yayımlayabilmiş olmasıdır.
Peki sizce dünyadan bir meteor kopması, bu meteorda bahsedilen L- aminoasitlerinin bulunması ve o meteor milyonlarca km yolculuk ederken bozulmaması (çünkü yakınımızda canlı barındıran gezegen yok), düştüğü gezegenin atmosferinden geçerken bir şey olmaması ve tesadüfen (!) evrim sonucu bir canlı oluşturması... vs vs... Ne kadar bilimsel bir araştırma olabilir ki bilimsel bir dergide yayımlansın ?
Ve her canlı da âşikâr bir sanatın olması, hiçbir sistemin abes, kendi kendine gelişmesini gösteren tek bir kanıtın olmaması, çok kompleks sistemlere sahip hücrelerin hâlen ancak yüzde ikisinin açıklanması, birbirine benzeyen aynı yapıtaşlarını kullanan canlılardan birinin birine dönüşmesini kanıtlayan tek bir emarenin olmaması (hepsi tek bir ustanın elinden çıkar gibi...) ve tüm bunların tesadüfe bağlamaması gerektiğini anlatmak ve bunlardan hâsıl olan tek sonucun “yaratılış” ve ‘akıllı bir tasarım eseri’ olduğunu belirtmek daha “bilimsel”, daha akla yatkın, daha mantıklı ve daha zahir değil midir ?
Peki neden bu akli ve mantıki teoriler, bir bilimsel dergide yayımlanamıyor da, az önce bahsedilen hayâl ürünü olan şeylerin bilimsel kılıflara uydurulması sonucu ortaya çıkan bilimsel araştırmalar (!) yayımlanabiliyor ?
Sonuç:
Çünkü bilim yöntemlerini öyle garip ve yalnız bırakmışız ki, gurbet ellerde kim nereye çekerse oraya yuvarlanıyor; kim ne derse onu söylüyor. Biz de ``uyduk hazır olan imama (Batılı (batıllı) materyalist bilim tarzına) deyip; arkasında saf tutup, evrim demesek de “Evrimci Yaratılış`` diyoruz...
Varsın öyle olsun, galiba insanların vicdanları daha rahat ediyor...
Yine bir makalede yayımlandı: “Milyonlarca yıldır dünyadan izole hâlde yaşamış ‘mağara bakterileri’ modern antibiyotiklere karşı dayanıklılık gösterdi.” (Bakınız: Isolated for millions of years, ceva bacteria resist modern antibiotics)
Bu keşif ise evrimin “Doğal Seçilim” diye tanımladığı olmazsa olmaz prensibi yine değişmeye sebep olacak bir keşif olarak yorumlandı.
Araştırmayı özetlersek, yaklaşık yedi milyon yıldır dış dünya ile hiçbir bağlantısı olmayan bir mağarada keşfedilen mikropların şu an kullandığımız modern antibiyotik ilaçlara karşı dirençli olduğu gösterildi.
Peki, madem dış dünya ile bağlantısı yok ve bu canlılar bizim kullandığımız ve diğer mikroplardan ürettiğimiz antibiyotiklerden habersizler. Nasıl o zaman bu ilaçlara karşı bir direnç sistemi geliştirebilmişler?
Ve’l-hasıl, her geçen gün “yaratılışı” bilimsel bir şekilde haykırdığı gün yüzüne çıkan nice keşifler yine materyalist bilim insanlarının bulunurken biz yine araştırıp bilim sistemimizi geliştirmek yerine susuyoruz...
Ancak belki “Evrimci Tekâmül” ya da “Evrimci Yaratılış” diyor vicdani rahatsızlığımızdan sıyrılıyoruz...