Herkes, Kıbrıs’ın büyük bir kimlik kaybı yaşadığından bahsediyor, böyle giderse, adanın ‘bizim’ diyebileceğimiz bir görüntüsünün kalmayacağından dem vuruyordu. Nihayet geçtiğimiz ay Kuzey Kıbrıs’ı karış karış gezme imkânı buldum. Maalesef, gördüklerim, daha önce duyduklarımdan daha acıydı…
Şeyh Nâzım Kıbrısî’nin, o cerbezeli üslubuyla Güzelyurt’ta irticalen verdiği hutbeyi dinlediğimde, daha Kıbrıs’a gitmemiştim. Âteşîn bir tavırla orada şunları söylüyordu:
“Türk’ün dini nedir? Kiliseye mi gider, havraya mı? Camiler kimin içindir? Kahvehanelerde ‘Gittik, bittik, topraklarımız elden gitti’ diye lakırdı ediyorlar. Sen sahiplik yapsaydın buraya, bütününü verecekti Cenâb-ı Allah. Sahiplik yapmadın, kaldın bir mandıranın içerisinde! Buna da şükretmediğin vakit, onu da alacak elinden. Alır!”
Benliğimize duyarlı insanlardan Kıbrıs’a dair duyduklarım, buna benzer şeylerdi hep. Herkes, Kıbrıs’ın büyük bir kimlik kaybı yaşadığından bahsediyor, böyle giderse, adanın ‘bizim’ diyebileceğimiz bir görüntüsünün kalmayacağından dem vuruyordu. Nihayet geçtiğimiz ay Kuzey Kıbrıs’ı karış karış gezme imkânı buldum. Maalesef, gördüklerim, daha önce duyduklarımdan daha acıydı…
İşte, Osmanlı’nın 1878’de İngiltere’ye terk ettiği Kıbrıs’ın günümüzdeki haline dair bazı çarpıcı enstantaneler:
* * *
Lefkoşa’da, Kıbrıs 1571 yılında Osmanlı toprağı haline getirildikten sonra II. Selim’in adı verilen Selimiye Camii’ndeyiz. Ya da eski adıyla söylersek, 1192–1489 yılları arasında Kıbrıs’ta hâkimiyet kuran Lüzinyanlar döneminde, eski bir Bizans kilisesinin yerine inşa edilmiş olan St. Sophia Katedrali’nde.
Camiye vaaz sırasında girdik. Vaazın sonunda bir duyurusu vardı hocanın. “Bu yaz camilerimizde Kur’ân kursu düzenlenmeyecek. Millî Eğitim Bakanlığı, okullarda kurslar açacak...” Şaşırdık bunu duyunca. Kıbrıs’ta bana mihmandarlık yapan kardeşim Burak fısıldadı: “Camilerden soğutuyorlar çocukları. Hangi çocuk okulda İslâmî ders alır ki?”
Gerçekten öyleydi. Çocuklar zaten sıkıntı içinde okuldan kaçmaya bakıyorlar sene boyunca. Bir de yazın sıcağında, okullarda Kur’ân mı öğreneceklerdi? Hoca devam etti sözlerine: “Okullara gidin, talep edin. Size “Kur’ân dersi yok” diyebilirler, siz yine de ısrar edin...” Bu sözler, Kıbrıs’ın içine düştüğü çaresizliği gözler önüne seriyordu aslında.
* * *
Kıbrıs’ta en zor şey, içkisiz bakkal, market ve restoran bulmak oldu. Çoğu kez başaramasak da, istisnalar yok değildi.
Lefkoşa’da Arap Ahmed Camii’nden, üzerinde postanenin bulunduğu ana caddeye geçerken, bir markete uğradık. İçki yoktu. Konuşması Azerilere benzeyen, başında yarım bir başörtüsü bulunan bir kadıncağız bekliyordu dükkândı. Alkollü içki olup olmadığını sordum. “Yok. Satmıyoruz biz” dedi. Bu tavrında onu cesaretlendirmek, müşterilerin içkisiz dükkâna da rağbet edeceğini anlatmak ve yalnız olmadığını hissettirmek için “İyi, böyle devam edin. Allah mecbur etmesin. Haramdan kazanılan paradan ne hayır gelir?” dedim.
* * *
1974’ten sonra, Rumlar güneye göç edince, onlardan kalan kiliseler de camiye çevrilmiş. Kuzeydeki her köyde, böyle birkaç kiliseden bozma camiye rastlamak mümkün. Ama acı olan şu ki, çan kulelerindeki çanlar sökülüp yerine hoparlör takılan bu mabetler, ıpıssız. Ziyaret ettiğimiz onlarca köyde, her tarafını örümcek bürümüş, kapıları nice zamandır açılmamış böyle camiler gördük…
* * *
Kıbrıs’ı 648 yılındaki Müslüman Arapların akınlarından korumak için, Beşparmak dağlarının en yüksek zirveleri boyunca inşa edilen üç büyük kaleden Buffavento’ya çıktık. Dönüşte, dağın eteğinde Taşkent adlı bir köye uğradık. Girdiğimiz bakkal dükkânındaki bir amca, 14 Ağustos 1974 günü yaşadığı acıları anlattı.
Larnaka’nın Taşkent köyünde Rumlarla beraber yaşıyorlarmış. “Beraber yaşadığımız Rum komşularımız bize katliam yaptılar” dedi adamcağız. Bu köye, Rumların terk etmesinden sonra yerleşmişler. Köyün adı Rumcada Voni imiş. Onlar, Larnaka’daki köylerinin adını buraya vermişler.
İçinde bulunduğumuz dükkâna baktım konuşurken... Her taraf içki şişesi. Müslüman bir Türk’ün dükkânında olduğumuza dair hiçbir emare yok. Adamcağıza, o uğursuz 14 Ağustos gününden önce, kendisini ‘ne’ olarak hissettiğini sorabilmeyi çok isterdim.
* * *
Fatih Camii, Güzelyurt’un iki camiinden biri. Aksaraylı Hüseyin Amca, 14 senedir orada müezzinlik yapıyormuş. Oturduk, sohbet ettik. 10 bin nüfuslu Güzelyurt’un bu en büyük camiinin 25 kadar cemaati oluyormuş.
* * *
Son bir şey daha:
Rumlar, Türklere şu teklifi getirmişler: “Hala’yı verelim, Lala’yı verin.”
(Bildiğiniz gibi, Hz. Peygamber’in halası Ümmü Haram binti Milhan’ın kabri, şehit düştüğü Larnaka’da. Larnaka da bugün Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nde. Lala ise, Gazimağusa’daki Lala Mustafa Paşa Camii. Cami, 4 Ağustos 1571’de, bir yıllık zorlu bir kuşatmanın ardından Mağusa’yı fetheden Lala Mustafa Paşa tarafından katedralden camiye çevrilmiş. Önceki adı St. Nicholas Katedrali.)
İçim kan ağlayarak söylemek zorundayım ki, Rumlar sevinebilirler, Lala da onların olmak üzere. Hem de Hala’yı ellerinden çıkarmaya gerek kalmadan!