Emir Yasak
Üstat dediğimiz, büyük dediğimiz insanları üstat yapan büyük yapan özellikleri farkedip, özlerdeki o imanî kaliteyi farkedip, o kaliteyi devam ettirmek amacıyla, onları okumalı, bilmeli, tanımalı, tanıtmalıyız. Büyük mirasa sahip çıkmalıyız, vefasızlık etmemeli, yaptıklarıyla yetindikleri için helak olanlardan olmamalıyız.
Eğitimde Gestalt ekolünün bilinen bir teorisi vardır. Gestaltçılar, `bütünün, onu oluşturan parçaların toplamından daha fazla bir şey` olduğunu söylerler... Ben şimdi onların bu ifadesini bir şair ve mütefekkirimiz için uyarlayacağım, Necip Fazıl Kısakürek için... Eğer üstadın yazdığı eserleri parça, onun şahsını da o parçaların oluşturduğu bütün olarak tanımlarsak, Necip Fazıl eserlerinin toplamından daha fazla bir şeydir diyebiliriz hemen. Yani yazdıklarıyla beraber, yazdıklarının toplamının oluşturduğu bir hava, ruh olarak Necip Fazıl... Büyük Doğu, Necip Fazıl ve büyük halkanın büyük zinciri olarak... Necip Fazıl gibi büyükleri, eserlerinin ayrı ayrı önemiyle beraber, bir de eserlerinin toplamının dönemine, çağına üflediği hava, ruh ile birlikte düşünmek gerekir! Parçalarının toplamından fazla olan bütünü, kaplayan, yerinde tutan da bu fazlalardır. O fazlalar bir iz, yer, işaret bırakıyor yani...
Onun çağına vurduğu damga ve gelecek nesillere bıraktığı işaret... Bu damgayı, bu işareti sahiplenmek, taşımak gerekiyor... Üstad Necip Fazıl`ın o emeğine, gayesine vefasızlık etmemek. İşte vefasız olmamak için de öncelikle, onu okumak, anlamak, onun gayretlerinin bıraktığı izi ve mirası kollamak gerekir. Bizim ise, bugün Müslümanlar olarak, üstad Necip Fazıl`ın bıraktığı mirasa ne kadar sahip çıktığımız şüpheli. Geçen yıl yaşadığımız ve gazetelere, televizyonlara da haber olan bir olaydı, hatırlarsınız (ya da bilmiyorum hatırlar mısınız, aklınızda kalbinizde bir acı olarak kalmış mıdır?), üstadın Erenköy`deki evi, yıllarca yaşadığı ve kimi eserlerini yazdığı evi, yerine apartman yapılmak amacıyla yıkıldı. Üstadın daha önceden kaldığı, Arif Paşa köşkü de aynı akıbete uğramıştı... Oğlunun ve avukatlarının bu evin "kültür evi" yapılması için yoğun başvurularına, çabalarına rağmen, Erenköy`deki konak yıkıldı... Bu üzücü durumun sorumlusu sadece devlet değil tabi, Necip Fazıl okurları olarak bizim ona ne kadar sahip çıktığımızla da alakalı bu durum. Bu acı hadiseyi hatırlatma nedenim, üstattan bize kalan bu somut örneğe dahi vefasızlık etmemiz. Bu kadar somut bir şeye dahi sahip çıkmazsak, diğer miraslara nasıl sahip çıkacağız... Bunun içindi...
Rasim Özdenören; Türkiye`de iki tane aydın var, bunlardan biri Necip Fazıl`dır, demişti Server Vakfı’ndaki bir konuşmasında. Bunu, Necip Fazıl`ın söz ve eylemleriyle bütün bir karakter oluşturduğunu, yaşadığı çok zor zamanlarda meselelere yalnızca yazı yazarak yaklaşmadığını, eylemleriyle de tam bir aydın vazifesi gördüğünü söyleyerek açıklıyordu. Gerçekten de böyledir! Tavırlardaki bu; söz ve eylem, düşünce ve tavır, bilgi ve olgunluk birliğini çok önemsememiz gerekiyor. Bilginin yalnız başına işe yaramadığını biliyoruz; yani, “...Alimler de yanacak ilmiyle amel edenler hariç, ilmiyle amel edenler de yanacak, ihlas sahipleri hariç” hadisi, bize; bilginin/ilmin sınanma yerinin eylem olduğunu, bilginin hak bir hüviyet kazanmasını ancak eylemde görebileceğimizi, her şeyin temeli olan ihlas vurgusunun eylemde ortaya çıktığını söylüyor; yani yanmamak için bilginin eylemle, ihlasa göre beliren bir eylemle sınanması lâzım. Necip Fazıl da bilgisini, eylemle ihlaslı bir eylemle bütünlemiş, aydın olmak vazifesini böylece gerçekleştirmiştir; kendisini ışıtmış önce, sonra da başkasını ışıtmaya doğru hareket etmiştir. Büyük Doğu hareketi, büyük medeniyet rüyaları kazandırmıştır bize. Ufkumuzu açmıştır! "Gaye insan" demiş, "Ufuk Peygamber" demiş, insan olmanın genişliğini anlatmıştır bize. Söz ve aksiyon birliğine dair bir miras bırakmıştır bize Necip Fazıl. Büyük Doğu Dergisi, Çile, Çöle İnen Nur, İdeolocya Örgüsü, İman ve Aksiyon, Halkadan Pırıltılar... gibi eserlerde temellenen bir miras...
Necip Fazıl, ölümüne yakın günlerde ziyaret ettiği Nurettin Topçu`ya şöyle demiş: "Korkma Nurettin. Biz Allah demenin yasak olduğu günlerde İslam`ın bayraktarlığını yapmış insanlarız."*
O günlerde İslâm`ın bayraktarlığı yapılmasaydı, o günlerde işte gelenekle modernlik arasında, yerlilikle batı modernliği arasında sıkışmış zihinlerin sancıları dindirilmeseydi, düşüncedeki savrulmalar derlenip toprlanmasaydı da, genç zihinler varlık soruları, değişim, yenilik soruları içinde kavrulup yanıp gitseydi, bugün de İslâm bu kadar hür, zihinlerde rahat ve aşkî bir yerde olmazdı belki. Kahramanlar en zorlu anlarda ortaya çıkar. Kahraman, en büyük güçlüğü aşandır.
1940-1950`lerde Türkiye`nin yaşadığı dönüşümde; laikçiliğin en katı uygulamalarının yapıldığı, latin alfabesine geçişle müslümanların islâmî kaynaklarla doğrudan bağının koparıldığı, "İslâm" diyen insanların sürgün edildiği, genç beyinlerin dönemine ve ileriye dönük ihtiyaçlarının karşılanamadığı bir zamanda doğan(1943) ve yıllarca bir kapanıp bir açılarak varolan(15 kez yayına giren) Büyük Doğu dergisi (son kapanış 1978)... Ve islâmî düşünce hareketleri silsilesinin yeni bir önderi olarak Necip Fazıl...
Fakat; işte aksiyon, eylem, faaliyet derken bunları sadece sokaklarda, partilerde, miting alanlarında iş yapmak olarak da anlamayalım! Bir kötülük gördüğümüzde, onu önce elimizle düzeltmek düsturunu, elimizden çıkacak olan işlerle düzeltmek olarak anlamalıyız. Elimizden bir iş çıkmıyorsa, ondan sonra sadece sözle veya kalp içinde bir hareket yaparız. Ama işte elimizden bir iş çıkması lâzım öncelikle. Elimizden çıkacak işler de türlü türlüdür…
Zor zamanlarda özellikle, yükün bizi beklediği, omuz arandığı, halkayı sıklaştıracak, diri ve ayakta tutacak bir el arandığı zamanlarda. Kızgın taş kütlesinin göğüslerin üzerine konulduğu zamanlarda.. Allah! demek, Gayret! demek. Bir zamanlar Bilali Habeşiler gibi, bugün de bizim gövdemizde insanlığın gövdesinde batılın taşları atılıyor. O taşı kaldırıp yere çarpmak, paramparça edebilmek işte Necip Fazıl duruşuna sahip olmayı gerektiriyor; hakikate ayarlı, korkusuz, kim var dendiğinde kendinden başkasına bakmayan, bir adım önde, gayretin savaşın aşkın önünde bir adım, hep ileride. Necip Fazıl duruşuna sahip olmak, onun davasını hakikat aşk ve mücadelesini özümsemek, devam ettirmek budur, en genel ifadelerle. Bu, önce onu anlamayı gerektirir ama, onun mirasını kollamayı, okumayı-anlamayı, anlatmayı gerektirir. Onu bilmeyi ve o olmayı. O kutlu eylemi, "Oku!" eylemini devam ettirmeyi gerektirir. "Oku!" ayeti ve peşinden gelen ayetleri dikkatle okuduğumuzda görürüz ki, okumak/bilgi ve hareket, söz ve eylem mükemmel bir uyum teşkil eder orada. Müslümanın tavırlarındaki birlik budur yani. Bu uyumun tavrı önerilir. Zor zamanlarda Allah! diyebilme basireti, feraseti, dirayeti gösterebilme...
İşte böyle büyüklerden, üstadlardan gelen büyük halkaya dahil olabilmek için bizler de, "Sizden öncekilerin çektiğini çekmeden cennete girivereceğinizi mi sanıyorsunuz" sualinin aşıladığı şuurla, talip olduğu bir meselesi olan, Necip Fazılların kökünü ektiği o tohumun meyvesi olmak çabasında, "büyük rüyalar görebilme" ufkunu kazanmış, büyüklerimizin yazdığı eserlerle beraber onların aşıladığı/üflediği ruhu, onların Allah`ın inayeti sayesinde estirdikleri rüzgarı hissetmiş gençler olmak maksadıyla hareket etmeliyiz!...
Üstat dediğimiz, büyük dediğimiz insanları üstat yapan büyük yapan özellikleri farkedip, özlerdeki o imanî kaliteyi farkedip, o kaliteyi devam ettirmek amacıyla, onları okumalı, bilmeli, tanımalı, tanıtmalıyız. Büyük mirasa sahip çıkmalıyız, vefasızlık etmemeli, yaptıklarıyla yetindikleri için helak olanlardan olmamalıyız.
Onu okumuyorsan, onu tanımak, tanıtmak, yaşamak onun mirasını sahiplenmek, devam ettirmek çabasında değilsen, ne diyeyim, Allah güzelden ayırmasın doğrudan ayırmasın hiç kimseyi.. değil mi?
*Alıntı: Yedi İklim, sayı: 201, sayfa:111