
Yusuf Deren
İnsanların on bir ay boyunca sadece bir aylık tatil için (on bir ayın sultanı!) çalışmaları, paralar biriktirmeleri ne kadar tuhaf. Tüm yıl bu sözüm ona tatil için, dinlenme için hayaller kurmak bir anlamda diğer ayları da yok saymak demek. Yaz için yaşamak; kış olunca, yağmur yağınca karalar bağlamak ne büyük nasipsizlik…
Küçük bir sahil kasabasında dünyaya gelmişim. Burası en fazla iki bin nüfuslu bir yerdi o yıllar. Şimdi nerdeyse elli bin. Otuz yıl oldu o topraklarla ilişiğimi keseli. Nasıl da değişmiştir... Yollar, devasa apartmanlar yapılmıştır. Büyükşehirlerdeki o tekinsiz hava oraya da sirayet etmiştir.
Yaz geldi mi parası az yerli turistlerin akınına uğruyordur. Sahildeki barlardan kötü müzik yayılıyordur etrafa. Burada bağırmayı, sallanmayı eğlenmek sanan yeniyetmelerle, “ah genç olacaktım” diye iç geçirip içkisini yudumlayan orta yaşlılar vardır. İskeledeki çay bahçelerinde gece yarısına kadar okey dönen adamlarla kadınlar, olur olmaz kahkaha atıyordur. Hayattır bunun adı. Yaşamaktır… Gününü gün etmek değilse de, vakit öldürmek, zaman geçirmektir.
Buranın yerlileri denize girmez pek. Denize genelde Konya, Ankara taraflarından (güzide yurdumuzun iç kesimlerinden) gelen suya hasret yerli turistler girerler. Girmesini bilirler de çıkmasını bilmezler pek. İyi yüzdükleri de söylenemez. Zaten amaç yüzmek değil, suda kalmaktır. Yanmaktır, bronzlaşmaktır. Dönünce “Tatilden geliyorum. E, hak etmiştim. Tüm yıl boyunca çalıştım” havalarında ortalıkta dolaşılacaktır.
[İnsanların on bir ay boyunca sadece bir aylık tatil için (on bir ayın sultanı!) çalışmaları, paralar biriktirmeleri ne kadar tuhaf. Tüm yıl bu sözüm ona tatil için, dinlenme için hayaller kurmak bir anlamda diğer ayları da yok saymak demek. Yaz için yaşamak; kış olunca, yağmur yağınca karalar bağlamak ne büyük nasipsizlik…]
Bu turistler nedense deniz börülcesi gibi buraların insanın yüzüne dahi bakmadıkları sebzeleri çok severler. Burada iki ay boyunca yedikleri yetmezmiş gibi, bir de bol bol satın alıp memleketlerine götürürler.
Sevmem bu turistleri. Yağmacı gibi görünürler gözüme. Alt tarafı denizdir, niyedir bunca heyecan, anlamam.
Denize girersem gece girerim ben. Girerdim daha doğrusu. Denizin tadı gece bir başkadır. Beylik tabirle çarşaf gibidir. Yatarım, suyun üzerinde dakikalarca kalırım. Tüm kaygılarımdan, dertlerimden soyunurum. Ben denizin bedenimi dönüştürücü (bronzlaşma) değil de ruhumu dönüştürücü tarafındayım.
Yaylaları tercih ederim ben sonra, denize karşı. Yazın sıcağında, gölgede bilmem kaç derece, ayağında bir karış şortla dolaşmak bana göre değil. Bu aylaklık, bu sakınımsızlık sinirimi bozar. İnsanı hayvandan tefrik eden o çizgiyi fazlaca zorlamaktır bu, kanımca.
Torosların yüksek rakımlı yaylalarını daha çok severim. İki saatlik uyku bile yeter insana burada. Yediğin yemekten, içtiğin sudan zevk alırsın. Akşamları çıkar, uzun uzun yürürsün. Ciğerlerine çekersin o tertemiz havayı. Gökyüzüne bakarsın dilediğince. Bu kubbenin altında yaşamış milyonlarca, milyarlarca insandan birinin de sen olduğuna, sana da bir hayat armağan edilmiş olduğuna şaşarsın. Bu lütuf karşısında kadirşinaslığını pek de gösterememiş olduğuna üzülür, utanırsın. “Yoo, benim adım Hıdır elimden gelen budur dememeli, bir şeyler yapmalı” dersin, ama o şeyin ne olduğunu da pek bilemezsin. Sonra devam edersin yürüyüşüne...
Katranlar, ladinler, ardıçlar mis gibi rayihalar yayar etrafa. Yanakları al al çocuklar koşturur durur. Bir adam yaylanın tek fırınından ekmek alıp evinin yolunu tutarken sokakta oynayan çocuğuna seslenir. Kadın ocaktaki yemeğin altını kısar. Kısık ateşte yapılan yemek daha güzel pişer çünkü.
Yaylada herkes erken yatar. En fazla ondur yatma saati. Sabah da erken kalkılır. Burada geç kalkana iyi gözle bakılmaz. Tembeldir uyuyan. Çalışmak insanı dinç tutar.
Yaylanın yağmuru bir başkadır. Hem çevreyi temizler, hem insanı. Ekine can verir, toprağı neşelendirir. Koyunlar birbirine iyice sokulur bu yağmurlarda. Daha bir arkadaş olurlar yani.
Usul usul yağar yağmur. Bardaktan boşanmaz, ince ince süzülür göklerden yere doğru. Herkes hayattan memnundur buralarda. Herkesin yiyecek ekmeği, içecek suyu vardır. Başka da bir şey istemezdir kimse, şu iki günlük dünyada.