Gösteriş meraklısı bir kişi, eline geçirdiği bir kuyruk parçasıyla her sabah bıyığını bir güzel yağlar ve sonra da zenginlerin yanına giderek:
“Biraz önce üst düzey bir toplantıya katıldım. İzzet ve ikram müthişti. Yağlı ballı yemekler yedim” derdi. Bıyıklarıma bakın der gibi de, eliyle bıyıklarını büker, düzeltirdi. Bıyıklarımın yağlı olması, benim doğru söylediğimin şahidi, yağlı ve tatlı yediğimin delilidir, derdi.
Açlıktan iki büklüm olan midesi ise sessiz sedasız:
“Allah, yalancıların hilelerini başına çalsın” diye söylenirdi.
"Senin lafın, bizi açlık ateşine attı. O yağlı bıyıkların kökünden yolunsun, kopsun. Ey dilenci, senin çirkin lafın olmasaydı, bir kerem sahibi çıkar, belki bize acır ve yemek verirdi. Eğer aç olduğunu gizlemeseydin, yalancılık yoluna sapmasaydın, belki bir hekim çıkar, derdine deva olurdu. Cenabı Hakk; ‘Ey eğri kişi, eğri büğrü hareket etme. Kıyamet gününde, doğrulara doğrulukları fayda verir’ (bk. Maide suresi, 119) diye buyurdu. Ey alçak adam, eğri büğrü yatma, neyin varsa göster. Artık doğru ol. Ayıbını, kusurunu söylemiyorsun, bari sus; kendini hileden, gösterişten çek; bu kötü huylardan tamamıyla uzaklaş."
Bıyığını yağlayan adam, hileye saparak, devletliyim ve üstün bir insanım davasına girişmişti. Midesi ise, aç kalmasına sebep olduğu için bıyığından nefret ediyordu.
"Allah`ım, onun gizlediğini meydana çıkar, o bizi yaktı, yandırdı. Sen de onu rezil et" diyordu.
Bedeninin bütün cüz`leri o hileci adama düşman olmuştu. Çünkü onların hakkını vermiyor, onları aç bırakıyordu. O bahardan söz ediyordu. Ama uzuvları kış içinde kalmış gibiydiler.
Adam ihsanlardan, bağışlardan laf edip duruyor, fakat merhamet dalını kökünden söküyordu. Yani sırf insanlara gösteriş yapmak için tok göründüğünden, kimse ona acımıyordu. Tok görünüp, midesini aç bırakıyordu.
Nihayet onun midesi ona düşman oldu da, gizlice dua için Rabbine el açtı:
"Allah`ım!" diye yalvardı.
"Bu aşağılık adamı rezil et de, büyükler, iyi insanlar bize acısınlar, merhamet etsinler."
Bütün yarattıklarını seven ve onlara acıyan Allah, aç kalmış midenin duasını kabul etti. İhtiyaçtan doğan bu yanıp yakılma, adamın içinden dışına vurdu.
Zira sen duaya sımsıkı sarılır, yalvarıp yakarırsan; dua, sonunda gul-yabanî nefsin elinden seni kurtarır.
Adamın midesi, kendini Hakk`a teslim edince, bir kedi geldi, onun bıyıklarını yağladığı kuyruk parçasını kapıp kaçtı. Evdekiler kedinin arkasından koştularsa da, kedi kaçtı. Adamın küçük oğlunun beti benzi attı. Zira babasının azarından çok korkuyordu.
Bu işte kendilerinin hiç günahı olmadığını bir an önce babasına söyleyip rahatlamak isteyen küçük çocuk, babasının bulunduğu topluluğa geldi. Durumu anlattı. O boş laflar eden adamın şerefini bir paralık etti.
Çocuk o kalabalık içinde babasına dedi ki:
"Babacığım, hani senin her sabah dudaklarını, bıyıklarını yağladığın o kuyruk vardı ya...
Ansızın bir kedi geldi, onu kaptı kaçtı. Arkasından çok koştuk ama faydası olmadı."
Orada bulunanlar şaşırıp gülmeye başladılar, sonunda küçük düşen adama acıdılar. Onu yemeğe çağırdılar, doyurdular, ona merhamet ettiler. Sanki onun topraktan yaratılmış bedenine merhamet tohumu ektiler.
O da, kerem sahiplerinin, iyiliğini, şefkatini görünce, doğru olmanın zevkine vardı. Gurura kapılmaktan, kendini üstün görmekten vazgeçip doğruluğa kul oldu. (bk. Semih Yolaçan, Mevlana’dan Gençlere Hikayeler ve Sorular, s.70-73)
Kendini başkalarına beğendirmek için yapmacık tavır ve hareketlere bürünmenin sonu her zaman hüsrandır, gülünç duruma düşmekten başka bir şey değildir. Nitekim Peygamber Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- de kibarlık adına böyle dillerini eğip bükerek konuşanları şöyle uyarmıştır:
"İçinizde en çok sevdiğim ve kıyamet günü bana en yakın mesafede bulunacak kimseler güzel ahlâk sahibi olanlarınızdır. Güzel konuşuyor dedirtmek için uzun uzun konuşanlar, sözünü beğendirmek için avurdunu şişire şişire laf edenler ve bilgiçlik taslamak için lügat paralayanlar ise en sevmediğim ve kıyamet günü bana en uzak mesafede bulunacak kimselerdir." (Tirmizi, Birr,71)