İnsandaki bütün haslet ve istidatlar, bir yönüyle nîmet, diğer yönüyle âfet olabilecek özelliktedir. Bunlar, insanın olgunluk seviyesine göre ortaya çıkar. Yani Cenâb-ı Hak, bizlere bütün kabiliyet ve imkânları, tabiri caizse, müsbet veya menfî her iki şekilde de işlenmeye müsait bir "ham malzeme" olarak vermiştir. Yine insanoğluna lütfedilen her bir nîmet, ayrı bir külfet ve sorumluluk yükler. Sorumluluğun derecesi, nimetler nisbetindedir. Bu durumda insana düşen, sahip olduğu bütün kabiliyet ve imkânları, en doğru şekilde ve tam yerinde kullanabilme becerisini göstermek ve onları nîmet olarak değerlendirebilmektir. Aksi hâlde başını âfet ve musibetlerden kurtaramaz.
Bu hakîkat, Allah`ın kelâm sıfatının bir tecellîsi olarak insana verilmiş bulunan ve en çok kullandığımız lisan (konuşma) kabiliyetimizde daha açık görünmektedir. Bir kimse, eğer dilini zikir ve şükür gibi hayırlı amellere âmâde kılarsa bir cennet bülbülü olur; fakat yalan, hakaret ve gıybet gibi kötü fiillere âlet ederse, o zaman da bir cehennem sermayesine dönüşür. Bu bakımdan dilin hangi şekilde ve nasıl vazife göreceği, yani bir nimet mi, yoksa bir âfet mi olacağı hususu, daha ziyâde kalbin kıvamına bağlıdır. Çünkü dilimiz, kalbimiz ve hissiyatımızın tercümanlığı vazifesini yerine getirmektedir. Bir atasözünde "Küpte ne varsa, dışarıya o sızar." denilmiştir. Bu sebeple hayır ve şerrin en müthişi olan Rabbe yaklaşmak veya O`ndan uzaklaşmak hususunda dilin ortaya koyduğu amellerin büyük bir yeri vardır. Yani dil; insanı yüceltmede de, rezil etmede de en müessir vâsıtadır.
Bu yüzden dil hakkındaki şu değerlendirme üzerinde düşünmeye değerdir:
Hikmet nazarıyla seyredildiğinde görülür ki, yersiz ve manasız konuşmaması için dilin etrafına otuz iki diş ile adeta bir hisar çevrilmiştir. Buna ilave olarak iki dudak da dişlerin önüne konularak sanki ikinci bir bent örülmüştür. Bütün bunlar, dilin muhafaza edilmesinin zaruri olduğunu ihtar mahiyetinde değil midir? (Bk. Osman Nuri Topbaş, İnsan Denilen Muamma, s. 123-124)