
Ara ara çeşitli internet forumlarında geziyorum. Milyonlarca üye çeşitli rumuzlarla yazı yazıyor, görüş beyan ediyor. Bu üyelerin rumuzları konusunda bir şey dikkatimi çekti: Neredeyse her forumda birden çok “melankoli ya da melankolik” rumuzlu üye var. Bir melankoli sarmış bizleri sormayın. Yani o kadar çok ki bu sayı, Türkiye’deki melankolik üyeler toplanıp bir parti kursa seçimde barajı geçeceklerine garanti veriyorum :) Hele bir de şu 25 yaş yasası kabul edilseydi ikinci parti olmaları işten bile değildi.
Şaka bir yana, melankoliklik 21. yüzyıl şehir insanın kronik hastalığı olarak adlandırılıyor. Nedir melankoli diyecek olursanız bir kaç tanım verebilirm: “ortada hiçbir makul sebep yokken üzgün olma durumu, kara sevda, hüzün, sürekli karamsarlık hali, can sıkıntısı, vs”.
Şimdi de melankolikliği iyi tasvir etmiş bir melankoliğin dilinden dinleyelim ne olduğunu: “İnsanın kendine kaçışlarını hem çekici, hem de kasvetli kılan ruh halidir. Çekicidir; sizi en iyi yine siz anlarsınız, başkası değil. Kasvetlidir; sürekli sorgular, düşünür, acı çeker ve kendi kendinize kaos yaratırsınız. Bir şeylerin ters gittiğini anlar, fakat mücadele etmek yerine çaresizce boyun eğmeyi seçersiniz. İçinizdeki boşluğu giderek büyütür, yalnız olmasanız bile yalnızlık duygusuna kapılır, çevrenizden soyutlanmak istersiniz. Hayatın akışının ve insanların içinde olmak yerine, bir kenara çekilip olan biteni izlemeyi tercih edersiniz. Sahte kimlikleri, sahte ilişkileri, sahte davranışları gördükçe daha da içinize kapanırsınız. Tüm bunlar olurken büyük bir çelişki içine düşer, bir yandan bütün bu sahte oluşumlardan kaçmanın hazzını duyar, diğer yandan ise yalnızlığın hüznünü yaşayıp diğerleri gibi olmayı beceremediğiniz için kendinize lanet edersiniz. Sürekli teoriler üretir, o teorilerin içinde kaybolursunuz...” Doğrusu çok güzel özetlemiş. (Galiba ben de melankolikmişim dediğinizi duyar gibiyim:)
Ekşi Sözlük’te beni çok gülümseten, aynı zamanda hakikat payı taşıyan bir tanım var, onu da paylaşayım ki bu olguyu birkaç yönden analiz etmiş olalım. Virgülüne kadar aynen aktarıyorum: “Bir artistlik biçimi. "Bana ilgi gösterin", "sevin beni" demenin bir başka deyişi, hatta en abes yollarından biri. Genelde ergenlik dönemindeki veya içindeki ergeni hiç kovmayan, bir nevi büyümeyi hiç bir zaman kabullenmeyecek kişilerce en çok kullanılan taktik. Genelde kızlar yapınca tutar, millet hemen etrafına toplanır "nolduuğğ, iyi misin" der; erkekler yapınca genelde kimse sallamaz. Eheh esasında çok saçma, bunu yapan insanlar bu kadar saçma bir şey yaptıklarının farkında değillerdir. Ayrıca bunu kendine hayat felsefesi olarak belirleyenler "bol üç noktalı duygusal yazı"lar yazarlar.”
Zannedersem durum anlaşıldı. Peki şimdi ne mi diyeceğim? Öncelikle şunu belirtmeliyim ki melankolik olmak bir suç ya da utanılacak bir şey değil. Bu en doğal hakkımız. Zaten ister istemez bir yerinden bulaşıyor bize de. Bu noktada dikkatli bir ayrım yapmak gerekiyor. Yani, insanı içinden çıkılmaz bir boşluğa sürükleyen, anlamsız bir akışa yol açan, kendisi ile birlikte başkalarının da zamanını çalan, faydasından çok zararı olan bir melankoli elbette tasvip edilemez. Hüzün hali güzeldir lakin bu kastettiğim hüzün ile melankolik hüzün hali arasında fark var dostlar. O Kutlu Elçi, “Hüzün dostumdur” derken bizlere bir ufuk çiziyordu aslında. Yani bu tür bir melankolinin yerine, anlamlı, olgunlaştıran, geliştiren, hikmete yönlendiren, tefekküre kapı aralayan bir hüzün, işte aranılan kıvam ve işte gerçek hüzün. Çünkü biliyoruz ki Varlık Nuru aynı zamanda üzüntüden Allah’a sığınırdı. El Hikemu’l Ata’iye isimli kitapta çok hoşuma giden bir paragraf var -"Gerçek hüzün, senin her üzüntünde Allâh`ı göremeyip hatırlamamandır. Eğer her gamda Allâh`ı görebilseydin hüzün diye bir şey olmazdı. Peygamberimiz (s.a.v.) "-Hüzün benim ayrılmayan dostumdur." demekle, her hüzünde Allâh`ı gördüğünü belirtiyor.”
Melankolik dostlarım, dengeyi bozmayın diyor Ezeli Kelam. İfrat ve tefrite düşmeden yaşanmalı tüm duygular. Kabak tadı vermemeli insan. Gözlerimizi açmak gerekiyor. Zaman çok değerli. İnternet forumlarından dünyaya açılan pencerelerimiz melankolik bir kısır döngüye dönüşmemeli. Forum forum gezip, bizi anlayacak birilerini aramak yerine Rabbimizle konuşmayı öneriyorum. "Kim Allah ile konuşmak isterse Kur`an okusun." hadisinin sırrınca, yönelelim En Sevgili’ye, dinlemeye çalışalım O’nu, olmaz mı? Son olarak faydalı bir bilgiyi de paylaşayım ki yazımız tam amacına ulaşsın inşallah: İbn Atâ (r.h) şöyle der: “Üzüntülü kimse Yusuf suresini dinlerse mutlaka rahatlar.” (Dileyenlere güzel bir sesten Yusuf Sûresi’ni gönderebilirim, selam ile:)