Fakültede bir arkadaş vardı; Birkan… Kanlı-canlı bir gençti. Alkol dedin mi Asena gibi kıvırırdı… Şu organa faydası varmış da, şöyleymiş de böyleymiş… Fakülteden mezûn olunca bir partiye gittiler. Gidiş o gidiş… O gece devirdiği şişelerin arkadaşa faydası şu oldu: Bir türlü beğenemediği Porsche’sinden kurtuldu. Bir de tekerlekli sandalye kullanmayı iyi öğrendi Birkan…
Berbat bir gün… Doğan güneş cıvıldaşan kuşlar, pırıl pırıl aydınlık bir hava bile, Serkan’ın kendisini kötü hissetmesine sebep oluyordu. Dile kolay sen bir sene çalış, sınav berbat geçsin… Allah kahretsin… Daha ne denir?!
Sınav sonucu kendisininkinden pek de farklı olmayan Metin der ki:
- Allah belasını versin bu ÖSS’nin. Bütün bir yaz bu psikolojiyle yaşanır mı be?
Serkan ve Metin, “batsın bu dünya” havalarındayken yanlarına Özcan ile Yaşar gelir.
- Ne var kardeşim, ne bu hal? Öldünüz mü? Kalkın Allah aşkına ya!!
Bir insanın son sözlerini andıran bir edâ ile cevap verirler Serkan:
- Ölsek daha iyiydi. Sınav berbat geçti…
Yaşar ve Özcan hiç o oralı değillerdir.
- Ne olmuş yani… Benimki seninkinden daha da kötü geçti.
- Benim de… Ama bak biz hiç takıyor muyuz?
- Ne takacağım ya… Bu acı beni öldürmez kardeş, ben ölmem Yaşar’ım..
- Tüh Allah iyiliğini versin bir de Metin olacaksın…
Metin neredeyse ağlayacak bir haldedir:
- Takmayacağım da ne yapacağım peki?
- Yapılacak tek şey - Aman unut her şeyi - Aman salla dertleri - Aman nasıl olursa yeni bir gün doğacak
- Bak görsen.. Eylem kadar da mı aklın yok. Düşüp düşüp kalkacağız…
- Ben sizi iyi edecek bir şey biliyorum, dedi Yaşar.
Özcan da, “Kalkın hadi gidiyoruz!” deyince, iki kafadar, ölmek üzere olan arkadaşlarını apar topar arabaya bindirirler.
Sarı öküzün yanında yatan ya huyundan ya suyundan derler ya hani… Yaşar ve Özcan ile birlikte yola koyulunca biraz biraz canlanmaya başlayan Metin:
- İlaç gibi adamlarsınız be… Valla neşelendirdiniz beni, helal olsun!
Özcan dedi ki: “Dünya oğlum bu, azıcık delikanlı olsa yuvarlak olmazdı. Bu hayatta insanın başına her türlü kahpelik gelir. Sıkma canını...
Yaşar, Kadir İnanır taklidi yapmayı pek severdi: Hiieeyyyt… Bundan sonra böyle şeylere canını sıkmayacaksın.. Metiin olacaksınn diyorum sana anladın mı üleennn, dedi. Arabayı kullanan Özcan’a, sağdaki alış-veriş merkezini göstererek:
- Şurada dur da, ilaçlarımızı alalım. Şu fukaraların derdine derman olalım, sevindirelim garipleri, dedi.
Yaşar arabaya döndüğünde pek heyecanlıydı. Hemen yola koyuldular. Bir yandan da konuşmaya devam edip seneye daha iyi çalışacaklarını anlatıyordu. Biraz daha yol gidince sahilde güzel bir parka geldiler. Bir banka otururken mağazadan aldığı nevâleyi poşetten çıkarmaya başladı Özcan. Poşetten çıkan şişeleri gören Metin dedi ki:
- Bunlar ne kardeş, ne biçim ilaç bu, ben yokum bu işte!
- Böyle diyeceğini bilsem muhallebi alırdım kardeş! Bak şunu bir iç, kafanı güzel yapacak görürsün! dedi ve Özcan uzattı şişeyi.
- Yok abicim, ben bira mira içmem, siz bildiğinizi yapın, diye Metin diretince:
- Koçum biz de biliyoruz değil mi helali-haramı! Birlikte kaç defa cumaya gittik ya! Alkolsüz bira bu! İçilir bu içilir…
- Alkolsüz mü?
- E her halde yani! Bak ne yazıyor şişenin şurasında oku bakayım!
- Alkolsüz malt içeceği, yazıyor…
- Alkolsüz ha! Malt içeceği bir de…! Halt etmişsiniz!
Bu sesle birden irkilmişti çocuklar… Sesin geldiği tarafa baktıklarında dört kişi keyifle çekirdek çıtlatıyorlardı. İçlerinden birisi arkadaşını parmağıyla göstererek:
- Gençler siz Selami’nin kusuruna bakmayın. Biraz agresiftir de o! Siz ne halt yiyecekseniz yiyin afiyetle…
“Halt yeme” yakıştırmasını duyan Metin gerileyerek arkadaşının uzattığı şişeden bir adım uzaklaştı. Yaşar Metin’in burnuna sokarcasına tekrar uzattığı şişeyi eline tutuşturup arkadaşlarına dedi ki: “Şimdi biz şişeleri açalım, bakın bunlar tıpış tıpış kaçarlar yanımızdan.” Özcan gaza gelmişti: “He he.. Mekan bize kalır, ne güzel! Hadi bismillah”
- Hössst lan. Ne bismillahı… Alkolsüz dediysek zemzem değil içtiğin zirzop…
O sırada yanlarından geçen bir iki ayyaş ellerindeki şişeleri kaldırıp:
- Afiyet olsun gençler, diye onları selamladı.
Özcan, bira içenlerin göbekleriyle övündüklerini bilirdi. Selama karşılık verdi:
- Yarasın abim! Buna bira göbeği derler…
- Hah haa.. diye sinirli bir kahkaha sesi geldi arkadan: “Bira göbeğiymiş, hah!”
Bu sesle bir kere daha irkilir gençler. Tam ilk yudumunu alacağı sırada pirelenen Metin şişeyi dudaklarından uzaklaştırır. Bu herifte bir hinlik var, dercesine süzmeye başlar.
Gençlerin ters ters kendisine baktığını gören Selami Bey sorar:
- Delikanlı! Bu senin bira göbeğiyle övünmen neye benzedi şimdi biliyor musun?
- Neye benzedi abi, diyerek sırıtır Yaşar.
- Bir hayat kadınının burnuna gelmiş karnını gösterip: “Ayol, buna veled-i zina derleeer.” demesine benzedi delikanlı kardeşim!
Okan kıpkırmızı kesilmiş, ne diyeceğini bilememişti bir an. Öfkesini, yanında “Ben içmeyeceğim.” diye mırın kırın eden Metin’den çıkaracaktı ama sonra vazgeçip Selami Bey’e:
- Ayıp olmuyor mu ama abi…
- Kime karşı ayıp oluyor, sana karşı mı, diye sordu Selami Bey.
- Tabi bana karşı! Neye benzettin şimdi aslan gibi delikanlıyı. Buraya kafa dinlemeye mi geldiniz, kavga çıkarıp kafa yemeye mi, diyen Yaşar hindi gibi kabarıvermişti birden.
Seslerin biraz yükselip ortamın da gerildiğini fark eden Âdem Bey:
- Ayıp olmasından bahsettiniz de… Bakın delikanlılar! İnsan, Allah’ın yarattığı en şerefli mahlûktur. Şimdi siz, zil zurna sarhoş olup kendinizi ele güne rezil kepâze edeceksiniz. Allah sizi bunun için mi yaratmış? Boylu poslu aslan gibi delikanlısınız. Siz böyle yaparsanız, Allah’a karşı ayıp olmaz mı aslan kardeşim? Delikanlılık bu mudur?
- Ama abi bu biralar alkolsüz. Yani sizin zannettiğiniz gibi değil ki… Çok sarhoş etmiyor aslında, diyebildi Özcan usulca.
- Ben bir fıkra anlatabilir miyim, dedi karşı gruptan biri, bir yandan da ağzındaki çekirdek kabuklarını püfleyerek. Şimdi herkesin kulağı ondaydı:
- Hocaya bir gün cemaatten biri sormuş: “Hocam! Tuvalette bir şey yemek günah, eyvallah. Peki sakız çiğnesek günah olur mu?” Hoca gülerek demiş ki:
- Vallahi dinen bir mahzuru var mı bilemiyorum. Ama dışarıdan ağız şapırtını duyan biri, seni tuvalette başka bir şey yiyor zannedebilir.
Fıkra çocukların da hoşuna gitmiş, kahkahayla gülüyorlardı şimdi. Fıkrayı anlatan:
- Yani siz bir şey içiyorsunuz, onun ne olduğunu nereden bilelim. Bizim gördüğümüz sadece sapsarı bir sıvı…
- Sapsarı bir sıvı derken…
- Yani, akollü mü alkolsüz mü, bilemeyiz demek istiyorum..
- İyi de biz demiyoruz ki… Doktorlar öyle söylüyor. Hem faydası da varmış.
Selami Bey araya girip “Doktooor…” diye bağırdı: Bu delikanlıların dediği doğru mu?
Öne çıkan Fırat Bey Özcan’a sordu: Arkadaşlar ben doktorum. Ne diyormuşuz tam anlayamadım?
- Biranın böbreklere faydalıymış, diyormuşsunuz, dedi Özcan.
- Bak kardeş biz doktorlar, alkol meselesinde meslektaşlarımızı iki gruba ayırırız:
1- Akl-ı selim doktorlar 2- Aklınızı sevelim doktorlar
Fakültede bir arkadaş vardı; Birkan… Kanlı-canlı bir gençti. Alkol dedin mi Asena gibi kıvırırdı… Şu organa faydası varmış da, şöyleymiş de böyleymiş… Fakülteden mezûn olunca bir partiye gittiler. Gidiş o gidiş… O gece devirdiği şişelerin arkadaşa faydası şu oldu: Bir türlü beğenemediği Porsche’sinden kurtuldu. Bir de tekerlekli sandalye kullanmayı iyi öğrendi Birkan… Geçenlerde bir gazete yaşama gücüne dair röportaj yapmış onunla: “Tekerlekli sandalyeyi benden hızlı kullanan yok.” diyor… Fırat Bey devamla:
- Ben bir doktor olarak diyebilirim ki: “Alkolsüz bira sadece safsatadır.” Kimyasal olarak alkolsüz bira diye bir şey olamaz. Sadece alkol oranı düşük (%2 ilâ %4) bira vardır. Alkol oranı ne kadar düşük olursa olsun, zararı aynıdır değişmez.
- Ama abi… Reklamlar da…
Selami Bey tıslayarak:
- Sssiiii…. Siz sallayın şimdi reklamları… Reklam dediğin insanları kandırmanın kanûnî şeklidir. Bakın be İngiltere’de master yaptım. Orada 18 yaşından küçükler için açılan özel barlar var, sadece alkolsüz bira satılır. Buraya giden gençler 18 yaşına gelince, âdeta sınıf atlamışçasına, hemen, alkollü içki satılan meyhânelerin en sâdık müşterisi olurlar. Dünyada alkol ve uyuşturucu alışkanlığının en büyük sebebi biranın aldatıcı görünüşüdür.
-Yaa, dedi Fırat Bey. Bakın size bir şey daha söyleyeyim. Sizler bilmezsiniz, “Pramidon” diye ağrı kesici bir hap çıkmıştı eskiden. İçinde fazla miktarda nitroz-amin bulunduğu için piyasadan kaldırıldı. Birada da ciddi miktarda nitroz-amin vardır. Orta seviyede bira içen biri, günde yetmiş pramidon hapı yutmuş kadar nitroz-amin alır vücuduna. Biraz önce fıkra anlatan kişi tekrar lafın arasına girdi, ağzındaki çekirdek kabuklarını püfleyip:
- Hani siz hayatınızın baharında canınızdan bezdiyseniz, “Abi biz zaten hapı yutmuşuz.” diyorsanız, için abicim… Ama yok, buraya muhabbet edelim diye geldinizse, bak biz çay demledik. Helâlinden bir demlik çayımız var… Çekirdek de var… Şuraya serinlesin diye bir de karpuz koyduk irisinden.
Çocukların ilgiyle dinlemesini fırsat bilen Selâmi Bey:
- Gelin birlikte demlenelim, dedi. Bizim ikram ettiğimiz şeyler hakikaten “yarar”..
Delikanlılar birbirlerine baktılar. Metin Yaşar’a tebessüm etti:
- Metin olacaksın ülenn, dedi.
- Eyvallah abi hadi içelim, dedi Yaşar.
- Yarasın koçum, dedi Selami Bey, yarasın…