
Dünyaya seçemediğin bir zamanda geldin.
Anne babanı da sen belirlemedin, yaşayacağın yeri de…
“Kim”liğin, cinsiyetin, fiziki görünüşün, zihni kapasiten, yeteneklerin…
Hiçbirini seçemedin.
Bir “verili” dünya, “verili” özellikler ve sen…
Hayatının kum saati aşağıya doğru akmaya başladı.
***
Akmaya başladı ama bunun da farkında değildin.
Kendini, etrafını ve ne olup bittiğini anlayıncaya kadar neler oldu, neler bitti…
Hiçbirine müdahale edemedin.
Aldığın eğitim, çevren, arkadaşların, görüp geçirdiklerin; hepsi ama hepsi seçemediklerin arasındaydı.
Hepsi tayin edilmiş ve “verilmiş”, seçim yine sana bırakılmamıştı.
***
Dünyadan seçemediğin bir zamanda gideceksin.
Ne ölümünün nasıl olacağını biliyorsun ne de nerede gerçekleşeceğini…
Ne kadar daha yaşayacaksın, meçhul.
Kapını çalacak ölüm meleği seni nasıl bir halde bulacak, bilinmez.
Kendini fark etmeye başladığın andan itibaren bilemediğin bir yere doğru yürüyüp duruyorsun.
Gittiğin yeri de, ne zaman ve ne halde varacağını da bilmiyorsun.
Gelişini seçememiştin; bunları da seçemeyeceksin.
***
Dahası var:
Başlangıcını da, bitişini de seçmediğin bir zaman diliminin içine konmuşsun.
Zaman akıyor.
Zaman bitiyor.
Bitenin zaman değil aslında sen olduğunu ne zaman anlayacaksın?
Her tik-tak sesinde, her nefes alışverişinde bilinmez bir sona doğru bir adım daha yaklaşıyorsun.
İşte bir adım daha yaklaştın…
İşte bir nefes daha harcadın…
Ve sen buna engel olamıyorsun.
Yürümemek elinde değil; zamanı, akışı durduramıyorsun.
“Dursa da vakit, biraz düşünsem, neyin nesi bu gidiş bir anlasam…”
…Diyemiyorsun…
Zaman durmuyor.
***
Acı ve hüsran dolu bir tablo çizmiyorum.
Seçmediğin, seçemediğin bir şeyde ne hüsran vardır ne de acı…
Seçemediklerinle ucuz yoldan kurtulacağını da bekleme!
Yukarıdakileri sadece bir durum tespiti olarak alabilirsin.
“Gör” ve ne anlama geldiğini bulmaya çalışman için...
Ama şimdi söyleyeceğime yönelik acil bir eylem planı hazırlamak zorundasın.
Seçemediklerinle geldiğin, seçemediklerinle gideceğin, akışına engel olamadığın bir zaman diliminde önünde var olmanın ya da kaybolmamanın tek bir yolu var: Seçmek…
Seçmek zorundasın.
Seçerek var olacaksın.
Seçememekle geldiğin bir dünyada önüne konan seçenek çok açık:
Ya seçeceksin, ya seçeceksin.
***
Neyi seçeceksin?
İşte soru bu.
Acı ve hüsran da onda, sevinç ve kurtuluş da…
Dediğim gibi seçmediğin, seçemediğin bir şeyle ne üzül, ne de sevin…
Önemli olan nasıl ve ne şekilde başladığın değil.
Önemli olan nasıl ve ne yöne yürüyeceğin...
O yüzden neyi seçeceğin çok önemli.
Ne seçeceksin?
Önüne konmuş bir pusula var.
Bildiğin seçim pusulasından farklı ama.
Söylesene, neyin üzerine basacaksın “Evet” mührünü…
Her an önünde duran, beş senede bir değil, her tercih anında gözünün önüne gelen o sana özel pusulanın üzerinde neyi işaretleyeceksin?
***
Seçimin ne olur bilemem.
Ama seçiminin insan olmamıza dair en temel soruyla bir ilişkisi olsun; buna dikkat et.
Özellikle de dünya üzerindeki şu en yakıcı soruyu hep gözet:
“Ben kimim, nereden geldim ve nereye gidiyorum?”
Seçimin -her neyse- seçemediğin şu hayata “hayat” olsun.
Onu diriltsin, yeşertsin, anlamlı kılsın.
Seni diriltsin, yeşertsin ve anlamlı kılsın.
Seni sadece buralara değil ötelere salsın, göklerden beslesin, bilinmeyenden haber versin.
Sonsuzluk vaat etsin…
Her usandığın an dönüp de “Nedir bu bendeki hiç kanmayan” diye sorduran var ya…
İşte onu kandıracak bir şey sunsun seçimin.
Öyle bir şey seç ki seni sonsuzlara layık görsün, sonsuza hazırlasın, sonsuz kılsın.
Son bir şey daha:
Önündeki seçeneklerin her birinin bir sahibi var.
Bunların her birisini söz veya yaşantısıyla sana ve diğerlerine ulaştıranlar kim?
Seçtiğinin sahibini tanıyor musun?
O kimse hayatı ile sözünün eri olmuş, sözünün özünü yaşayarak göstermiş birisi olmasına dikkat et!
Sana bir çıta koymamı ister misin?
Ömrü boyunca kimseye bir yan bakışı olmamış…
Göklerin haberini almış tam göğsünün orta yerine…
Sonra bunu yaşamış, iletmiş, hayata hayat yapmış…
Gitmiş ve sonra yerine kendisi gibisi gelmemiş…
Ama nuru pırıl pırıl parlamaya devam etmiş...
Aşka susayacakların susuzluğunu dindirecek tek kaynak...
Coşkunluğu hiç kaybolmayacak bir tazelik ve bereket...
Hiç eskimeyecek yeni ve hiç solmayacak biricik renk...
Görebileceğin her insan tipine örnek...
Çukurdakileri alıp başları göklere değecek insanlar yapmış
Düşmemiz muhtemel bir ateş çukurunun önünde hepimize siper...
İnsanların Efendisi, ne ki “Ben bununla övünmem” diyen...
Seçimin, böyle birisinin sunduğu bir seçenek olsa ne muhteşem olurdu değil mi?