İnsan, yaratılırken birçok aşamadan geçmekte ve mükemmel bir sanat eseri olarak Dünya’ya gelmektedir. İlk hücrenin (zigot) oluşumundan itibaren bölünen hücreler, bir süre sonra farklılaşarak organları oluşturan özelleşmiş hücrelere (sinir hücresi veya deri hücresi gibi) dönüştürülür. Kudret eli tarafından şuurlu bir şekilde yaratılan embiryodan Alak Sûresi’nde şöyle bahsedilir: “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı “alaka*”dan yarattı”. Semayı ilk şenlendiren bu iki ayette Allah, Rab (terbiye eden) ismini kullanarak tüm varlık alemini nasıl terbiye ettiğini ve bunun gibi kainatın hülasası olan insanın yaratılışında da hücreleri nasıl terbiye ettiğini en güzel bir şekilde gösterir.
Vücudumuzda bulunan ve birbirinden farklı tüm hücreler, tamamen aynı DNA şifresine sahiptir. Hücrelerin tamamen farklı olmasını sağlayan durum ise şifre üzerinde bulunan ve hücrenin doğru çalışmasını sağlayan genlerin aktivitesinin durdurulup başlatılmasıyla ilişkilidir. Bu durum, toplum düzenine benzetilebilir; şöyle ki, aynı şekilde yaratılan insanlar, değişik ilimlere vâkıf olarak avukatlık veya doktorluk yapabilmektedir.
Tek hücreden farklı binlerce hücrenin oluşmasını sağlayan Kudret insan uzuvlarının oluşması aşamasında kendini daha fazla göstermektedir. Parmaklar, ağız ve kulaklar gibi vücudumuzdaki tüm uzuvlar, ilahi bir emirle takılmış parçalar gibi görünmektedir. Bu parçalar oluşurken hücrelerimizin bir kısmı sanki bilinçli bir şekilde kendilerini öldürür.
Öyle ki, şaheserin ortaya çıkması için heykeltıraşın fazla taşları kırıp atmasına benzer şekilde vücudun oluşumu sırasında da ölen hücreler atılmakta ve böylece asıl eser ortaya çıkarılmaktadır. İlkin ördeğin perdeli ayakları gibi görünen elimizde bulunan hücreler, programlı hücre ölümüne (apoptosis) uğrayarak parmakları oluştururken; çevrelerindeki hücrelere zarar vermemesi, hücreler üzerindeki terbiyeyi aynel yakin göstermektedir. Bu örnek, insanın bir kolunun diğerinden uzun veya büyük olmaması ve bunun gibi vücut içerisindeki organların orantısız büyüklüklerde (bkz. Altın Oran) olmaması gibi örneklerle uzatılabilir. Vücut üzerindeki bu terbiye’ye Tegabün Sûresi’nde şöyle değinilmiştir: “Gökleri ve yeri yerli yerince yarattı. Sizi şekillendirdi ve şekillerinizi de güzel yaptı. Dönüş ancak O’nadır.” (3. ayet)
Böylece bizi şekillendiren kudretin, sadece yaratılmamız süresince değil; yaşantımız boyunca da bizimle beraber olduğunu görebiliriz. Örneğin, DNA şifresini oluşturan binlerce baz çiftinden (A-T veya G-C) bir tanesinin eksilmesi canlı hayatını tehlikeye atabilir. Öyle ki, trilyonlarca hücreden oluşan insanın bir hücresindeki DNA şifresinde, tek bir baz çiftinin bozulması (mutasyon) dahi insanı kanserle burun buruna getirebilir.
Bununla birlikte, hücrelerimiz bölünürken DNA şifresinin taşındığı “Kromozom” adlı V şeklindeki yapılar kopyalanmakta ve bölünen hücrelere eşit olarak dağıtılmaktadır. Hücre bölünmesi sırasında kromozomların ayrılmasını sağlayan ve çekme halatı görevi gören proteinlerdeki bir anlık bozulma kromozomların eşit dağıtılamamasına neden olabilmektedir. Böylece eksik DNA şifresine sahip olacak vücut hücreleri, normal işlevlerini yerine getirememekte ve ömür boyu sürecek kalıcı hastalıklar ortaya çıkabilmektedir (bkz. Down Sendromu). Hücrede böyle en ufak bir düzensizliğin canlı hayatında nasıl bir etkiye neden olduğu göz önüne alındığında, kainatı kusursuz bir şekilde yöneten Allah’ın kudretini hissetmemek çok zordur.
Aramakla Bulunmaz Ama Bulanlar, Arayanlardır!*
İnsan DNA dizilimini okumayı başaran araştırma grubunun başındakilerden biri de Dr.Francis Collins’di. Ateist bir yaşam süren Dr.Collins şifrenin çözülmesi sırasında bu dizilimlerin tesadüfi olmadığını görerek “Laboratuvarda çalışırken Allah’ı hissettim. Kesinlikle bizden daha büyük bir güç var ve ben O’na inanıyorum.DNA’nın şifresini çözmek beni Allah’a biraz daha yakınlaştırdı” demekten kendini almamış ve The Times dergisine konu olmuştu. Yazdığı kitaplarda Allah’ın varlığının vaz geçilmez olduğunu ve bilimle dinler arasında bir tezatın bulunmadığını vurgulamaya çalışmıştır.