Ebubekir Kalkan
Bu slogan tuttu… İşini de gördü, görüyor. Ama ben hayatım boyunca siyasi yazı yazmayacağım, kararlıyım. Ben size, gerçek tehlikenin ne olduğunu anlatacağım. Bazı kötü niyetli iç mihraklar gibi sizin bilinçaltı korkularınızı “provoke” etmeyecek, aksine bir dost olarak acı konuşacağım. Gerçeği, tüm çıplaklığıyla yüzünüze vuracağım. Aslında bir prensip daha koymuştum kendime; tüm yazılarım son derece pozitif olacaktı. Her yazımı okuyan, bittiğinde yüzünde hafif bir tebessümle çevirmeliydi sayfayı. Ama bugün size büyük bir tehlikeden bahsedeceğim. O kadar önemli ve büyük bir tehlike ki bu, yazı bittiğinde gülümseyebileceğinizi sanmıyorum.
Tehlike, sözlükte “Büyük zarar veya yok olmaya yol açabilecek durum, muhatara” anlamına geliyor. Zarar büyük değilse bu duruma tehlike diyemeyiz yani. Bu tanım, düşüncemi daha da haklı çıkarıyor. Evet, tehlikenin farkına varıp önlem almazsanız büyük zarara uğrayabilir ya da yok olabilirsiniz. Fazla uzatmadan konuya gireyim efendim; bu tehlike hemen hepimizde var olan bir alışkanlık. İnanılmaz derecede yaygın. Nisan ayında 30 yaşıma bastım, hayatım boyunca bu konuya gerçekten özen gösteren sadece birkaç kişiye rastladım desem yeridir. Hâlbuki 30 yılın neredeyse tamamını dindar, namazında niyazında, son derece ahlaklı insanlarla birlikte yaşadım. Bu alışkanlık; gıybet… Nam-ı diğer dedikodu.
Her yer dedikodu dolu. Ama her yer. Okul, işyeri, ev, televizyon, radyo, internet her yer aklınıza gelecek hemen her yerde bu büyük günah işleniyor. Üstelik aşağıdaki geçersiz savunmalar düşünülerek;
- Ben onun yüzüne de söyledim/söylerim.
- Ama gerçek bu.
- Ne yani, başıma geleni anlatmayayım mı? Vs. vs.
Bakın size durumun vahametini iki önemli yönüyle anlatacağım. Birincisi; gıybetin ne olduğu ile ilgili yanılgılar. Burada tek bir ölçü var;
Gıyabında (yokluğunda) hakkında konuştuğunuz kişi, anlattıklarınızı duysa, duydukları hoşuna gider miydi yoksa gitmez miydi?
Tanım çok net; eğer anlattıklarınız onun hoşuna gitmeyecek bir şey ise bu yaptığınız gıybettir. Daha önce yüzüne söylemiş olmanız hiç fark etmez. Yaşanmış gerçek bir olayı anlatmanız hiç fark etmez. Yaşanmış bir olayı, hakkında konuşulan kişileri rencide etmeden, onurlarını yaralamadan anlatabilirsiniz pekâlâ değil mi?
Mesela arkadaşlarınızla oturdunuz Fenerbahçe’nin teknik direktörü Arthur Zico ya da İbrahim Tatlıses hakkında konuşuyorsunuz. Ya da daha korkuncu; Almanlar hakkında konuşuyorsunuz. Zico’nun, İbrahim Tatlıses’in ya da yaklaşık 75.000.000 Alman’ın hoşuna gitmeyecek bir şey mi söylediniz?
Evet; gıybet yaptınız. Falanca parti lideri hakkında mı ileri geri konuştunuz? Gıybet etmediğinizi iddia edemezsiniz. İtiraz ettiğinizi duyar gibiyim bu son paragrafa. Sanki ünlü birileri ya da Müslüman olmayanlar hakkında konuşmak gıybet değilmiş anlamsız bir yanılgıya mı sahipsiniz siz de? Farkında değilsiniz tehlikenin işte gördünüz mü!!!
Tehlikenin vahametini anlatırken işin ikinci boyutuna gelelim;
Peki biz gıybet edince ne oluyor? Ya da ne olacak? Bir örnekle durumu anlatayım. Cebinizde 500 YTL var. Pek de sevmediğiniz A kişisi hakkında ileri geri konuştunuz. Hatta daha masumca; onun yaptığı bir hatayı, düştüğü bir kötü durumu içine pek az duygu katarak bir başkasına anlattınız. “Ehe ehe, gördün mü falanca kişi attan düşmüş” gibi. Burada olan şu; cebinizdeki 500 YTL’yi gidip o pek de sevmediğiniz A kişisine verdiniz. Bitti mi? Bitmedi, çıkarıp cebinden cep telefonu faturasını size verdi; “Bilader, elin değmişken şunu da ödeyiver!” dedi, siz de “Eyvallah” deyip aldığınız faturayı bir şekilde ödediniz. Ne alakası var canım diyorsunuz di mi? Evet maalesef aynen öyle. Manevi anlamda olan aynen budur. Bunu çok benzer şekliyle ölümden sonra yaşamamız çok muhtemel.
Bizim sınırlı bilgi sahibi olduğumuz ahiret hayatında burada yaptığımız ibadetlere, sevaplarımıza ihtiyacımız olacak. Ebedi hayatımız için müthiş bir hediyeye doğru ilerlerken karşımıza 75 milyon Alman çıkacak. “Achtung bruder! ” diyecekler. “Sen bizim için şöyle şöyle demişsin. Al bakalım şu günahlarımızdan, ama bir dakika, hepimizden teker teker almalısın! Şimdi biraz da sevap ver, hepimize yetecek kadar varsa tabi…”. Bakın, işte TDK sözlüğündeki tanımda olduğu gibi; “yok oldunuz”…
Maaşımız için bir ay boyunca çalışıyoruz. Ebedi hayatımız için ibadetler, güzel ameller işliyoruz. Birisi gelip maaşımızdan 100 YTL kesse kıyameti koparırız. Ebedi hayatımızı hiç uğruna çöpe atmaya değer mi? Tehlikenin farkında mısınız? Gerçekten…