Hacı Hocaoğlu
Zamanın birinde büyük düşünür (!) ve yazarlarımızdan biri “hayvanlar kadar özgür olamadık” demiş; bu ODTÜ’yü kapsamıyor, bilgilerinize. Bir tarafta hayvanlar kadar özgür biçimde yaşamlarına devam eden yaratıklara bakıyorsunuz. Önünüzden yürürken ayak uçlarına bakma ilkesini -nazar ber kadem- benimsemiş başka bir yaratık geçer. Etrafındaki görüntüye bakmadan edep eden; o, özgürlükte kendilerine hayvanları örnek alan yaratıkların birer parçaları olduğu görüntüye.
Yol tabelasında ODTÜ yazdığını gördünüz ve içinizi adlandıramadığınız bir duygu kapladı. Tabelayı gördüğünüzde solunuza ya da sağınıza bakarsanız ODTÜ’yü görürsünüz. Ne görüyorsunuz? Sadece ağaçlar ve çevre ve orman bakanlığına bağlı milli park girişi gibi bir yer. Hemen yavaşlayıp şurada piknik yapalım sonra gideriz ODTÜ’ye diyorsanız hiç tereddüt etmeyin yavaşlayın. Sizce piknik alanı olan bu yerin girişine doğru sürün. Boş verin ODTÜ’yü; hem gezip de ne olacak? Sizi giriş kapısında karşılayan güvenliğin ilk sözü ile ilk şaşkınlığınızı yaşayın: “Hocam ODTÜ’ye hoş geldiniz.” (Kendi kendinize “adam beni hoca zannetti bir de güvenliği sağlıyorlar” gibi ya da “adam hoca olduğumu nasıl anladı? Eee, güvenlik tabi, onun işi bu” sözlerinize yazı içerisinde cevap bulacaksınız.) Eğer “hoş bulduk” deyip bir de yanına size giriş izni vermesi için kabul edilebilir bir gerekçe gösteremezseniz sizin piknik de yatar. (Hani şu milli park zannedip niyetlendiğiniz. ODTÜ’yü gezme işi de… Diyelim ki gerekçenizi kabul ettirdiniz ve yolunuza devam ediyorsunuz. İlk olarak üniversite yerleşkesinde yayaların geçiş üstünlüğü olduğuna dair bir tabela görürsünüz ve içinizden “helal olsun takdir ettim” dersiniz. Sonra da karşınıza piknik yapmanın yasak olduğuna dair bir tabela çıkar. Bu kez sesli olarak: “Sen Ankara gibi bir şehrin içinde böyle bir ormanlık bölge oluştur, sonra da piknik yapmayı yasakla olacak iş değil” cümlesini sarf edin. Hatta yanınızdaki arkadaşlarınızın da destek vermesini sağlayın yüz göz hareketlerinizle. Onlar zaten hazırdırlar “doğru söze ne denir” diye yapıştırırlar lafı senin o yüz göz hareketlerine (sizin piknik yine yattı.) Aman sen gaza gelip de gördüğün üst düzey bir yetkiliye o naciz düşüncelerini aktarıyım deme. O sana aynı cümle ile cevap verecektir. Sadece ufak bir değişiklikle; yasakla kelimesini yasaklama yapacaktır. (Eğer bunu yazıya aktaracaksan sen o cümlenin sonuna ünlem konulması gerektiğini bilirsin zaten.)
Okul ODTÜ’yü gezdirmek için size bir otobüs ayarlamış, günlerden Cuma ve güneş öğlenin yaklaştığını gösteriyorsa otobüs parkına kadar şoföre eşlik edin; grup olarak sizi bir sürpriz bekliyor.
Geldiniz mi otobüs parkına? Ne o şaşırdın mı? Bu kadar insan burada niye mi oturuyorlar saf saf? Onlar senin görebildiklerin. Bir de herhangi bir yerinde ne olduğuna dair bir yazı bulunmayan o binanın içinde oturanlar var saf saf. Biraz dikkat kesilirsen hoparlörden bir ses geliyordur, onu duyabilirsin: “Arayanlar bulur ya da bulanlar arayanlardır.” Acaba burada ders mi var diye içinden geçiriyorsun. Bunca kişinin çıt çıkarmadan dinlemesini ve filozof edasında söylenen bu sözleri kendi kendine delil olarak sunuyorsun. Sonra bir cümle daha kulağına takılıyor: “Bulanlar arar.” Senin içindeki hüküm gitgide kesinlik kazanırken “Allahuekber Allahuekber” sesini duyuyorsun aynı hoparlörden. Sanki hoparlör sesi artırmaya değil de azaltmaya yarasın diye oraya konulmuş. Ezan ile beraber saf saf oturanlar oturuş biçimlerini düzeltiyorlar.
Onları o melul bakışlarınla seyre dalmışken biri seni dürtüyor: “Hadisene be, yürüsene buraya dikilmeye gelmedik” diyor arkadaşın ve ekliyor: “Otobüsten inip bu manzarayı görünce bismillah oldum.” O bismillah olmaklı, oha olmaklı, konsept bi şiiyli konuşmasına devam ederken; sen arkanda bıraktığın manzarayı düşünüyorsun. Bu arada onlar saf saf ayakta duruyorlar.
Yanından koşarak saf saf durmaya giden birinin bakışlarıyla karşılaşıyorsun. Arkadaşımın konuşmasına gülüyor diye düşünüyorsun ama az sonra onun gülmediğini sadece yüzünde bir tebessüm olduğunu fark ediyorsun. Aynı zamanda gözlerinde acı bir bakış, gönüllere işleyen ve değdiği yeri yakan bir bakış. Bir an bizi aşağılamak için böyle baktı diye düşünebilirsin ama yanılırsın. O bakış biz geleceğimizi niye böyle harcıyoruz sorusuna içinde bir yerlerde cevap bulmaya çalışan yani gönlünde dert olan Genç’in bakışıdır. (O kişi bence özel biridir; onun için ‘genç’ kelimesini özel bir isim gibi yazdım.)
Arkadaşın hala seni normal dünyaya döndürmeye çalışıyordur. (Bari dön artık çocuk senle uğraşıp durmasın. (Çocuk senle mi uğraşacak ODTÜ’yü mü gezecek. (Gerçi gezip de ne olacaksa… (Bu parantezleri Salome’ye ithaf ediyorum. :)))).
Rektörlüğün oraya kadar dalgın dalgın-dumur olmuş biçimde- yürüdün. Orada pankartlar ve afişlerle karşılaşırsın irili ufaklı; kimisi sprey boyalarla yazılmıştır kimisi de karşıt olduğu emperyalist düzenin ürettiği makinalarla. Üzerlerinde sloganlar vardır. Kimisinde ‘halkların kardeşiliği’ yazar kimisinde ‘devrim’. Masalar görürsün, üzerinde seni eyleme, direnişe çağıran el ilanlarının olduğu. İşte o masaların yanında veya arkasında oturanlar ilginç kişilerdir. Mesela onlarla konuştuğunda kimisi sana devlet yönetiminin devrim ile düzelebileceğinden bahseder ama aynı zamanda insanın evrim ile oluştuğunu söylemekten geri durmaz. Sana çelişki olarak gözükür bu; yani insanın evrildiği ama insanın kurduğu devletin evrilemeyeceği sadece devrilebileceği ve hatta sürekli devrilmesi gerektiği… (Afişlere iyi bakarsan kimisinde ‘sürekli devrim’ yazdığını görürsün.)
Eğer o masanın arkasına geçer de yüzünü masaya dönersen karşındaki çimlerde -el kadar yerde- onlarca insanın garip şekillerde yerde oturduğunu, yattığını ya da dilimizde belki de karşılığı henüz olmayan bir eylem içerisinde olduğunu görürsün.
Onların devlet mevlet, emperyalist memperyalist düzen, halkların malkların kardeşliği umurlarında değildir. Onlar Diyojen gibidirler. (Hani var ya canım evi sadece bir fıçı olan. Büyük İskender “iste benden ne istersen vereyim” deyince “gölge etme başka ihsan istemez” diyen Diyojen.) Gerçi onun filozofluğu var ama olsun. Bu çim üzerindeki arkadaşların da farklı yönleri var. Mesela zaten az olan oturulabilecek alanı verimli kullanmak için çalışan… (Özellikle bay bayan çiftler, şimdilik sadece bunlar.) İnsana benzeyen yaratıklar da var sanki etraflarında hiç kimse yokmuş gibi davranabilen.
Bu arada zamanın birinde büyük düşünür (!) ve yazarlarımızdan biri “hayvanlar kadar özgür olamadık” demiş; bu ODTÜ’yü kapsamıyor, bilgilerinize. Bir tarafta hayvanlar kadar özgür biçimde yaşamlarına devam eden yaratıklara bakıyorsunuz. Önünüzden yürürken ayak uçlarına bakma ilkesini -nazar ber kadem- benimsemiş başka bir yaratık geçer. Etrafındaki görüntüye bakmadan edep eden; o, özgürlükte kendilerine hayvanları örnek alan yaratıkların birer parçaları olduğu görüntüye.
Ah sen nice bir uyursun uyanmaz mısın? Bak yine arkadaşın seni çağırıyor: “Aloooo kime diyorum, hadi gidiyoruz. İyi ki aklıma geldi burada kalmış olma ihtimalin. Yoksa işin gücün yok ara sağı solu. Nasıl arayacaksak artık koca ormanda seni pardon okulda.”
Arkadaşın devam ediyor: “Çok şey kaçırdın çoook hele o işletme bölümünün sınıflarını görmeliydin. Bizim spor salonu kadar büyük, koltuklar rahat; sandalye falan değil ha! Bir de kantini var hiç sorma. (Sen sormazsın zaten ama o anlatır.) Bar havasında sadece içki yok. O da okulda içki satışı yasakmış. Biz gezerken sağa sola atılmış içki şişeleri gördük ama sen karıştırma onları (Sen zaten sormadığın gibi karıştırdığın falan da yoktur aslında.) Ya çok konsept bii şiiiiy bu ODTÜ.”
Senin aklında ise o yüzünü görmediğin ve sesini sadece hoparlörden duyduğun filozofun cümleleri: “Arayanlar bulur; bulanlar arayanlardır ve bulanlar arar.”
Bu Yazıdan Çıkardıklarımız:
*Herkes hissesine ne düşüyorsa onu çıkarmıştır. Bir de kimin ne çıkarması gerektiğini yazacak halimiz yok. Kusura bakmayın. Şimdilik böyle bir hizmet veremiyoruz. (Özür de dilemiyoruz. Ünlem) Nokta
Bu Yazıdan Çıkaramayacağınız:
*Bre yazar bozuntusu hani güvenlikçinin beni niye hoca zannettiğini ya da hoca olduğumu nereden anladığını yazacaktın diyebilirsiniz. Haklısınız, yazar bozuntusu olduğum için onu yazacağımı unutmuş bulundum. (Bak bundan dolayı özür diliyorum, tamam mı?) Efendim ODTÜ’de ne hikmetse herkes bir birine hocam diye hitap eder bunun sebebini de ancak ehli bilir; bize de ketum davranmak düşer. (Ketum davranmak fiilini sır tutmak olarak kullandım; yanlış kullandıysam da bir şey diyemezsiniz. Sizin de belirttiğiniz gibi yazar bozuntusuyum.)